[ google-site-verification: google096b424537a64561.html googlecb521646d1f4a805.html] google-site-verification: google096b424537a64561.html
GÜLEN İNSANLARIN ÜLKESİNDE
MELEKLER ŞEHRİ BANGKOK
21 şubat 2008
Havaalanı otobüsümüzle, gezginlerin uğrak yeri olan Khoa San caddesindeyiz. Buraya "Gezginlerin Hac Yeri" de deniliyor. Stewen kendisine internet üzerinden yatak rezervasyonu yapmış. Fiyatı benim için çok değilse de kendime başka bir yer bakmak üzere vedalaşıyorum. Havaalnında giriş yaparken formda doldurduğum otel 4 yıldızlı 25 dolarlık bir yerdi. Tabi ki, ben orada kalacak değilim. Zengin turistlerin konaklamayı tercih ettikleri Silom Bölgesi otellerinden birini yazarak sadece küçük bir “şeytanlık” yapmıştım.
Caddeye girer girmez sağ tarafta kalan ucuz bir pansiyona yerleşiyorum. Alt katı lokanta ve bar olan işletmenin ikinci katında, ince ahşap plakalarla bölünmüş yan yana küçücük odacıklardan birine yerleşiyorum. Tuvalet ve banyolar koridorun girişindeki merdivenin başında; hepsi de tertemiz.
Havaalanında 100 $ karşılığı 3.200 Baht almıştım; ödemeyi yerel para ile yapıyorum. Günlük ücretini merak ediyorsanız, 200 Baht istediler; ben 170 Baht (yani 5$) verdim. Taş çatlasa 7-8 metrekarelik vantilatörlü bir oda için bu fiyat uygun sayılır.
* * *
Banyodan sonra kendimi dışarı attım. Önce ayak üstü bir şeyler atıştırıp, bira içtim. Gecenin on ikisine kadar kalabalığın içinde dolaştım. Cadde, rahat yürünecek gibi değil. Ortalık insan kaynıyor. Hediyelikler, yemekler, içkiler, peruklar, kavrulmuş hamam böceği, çekirge, top böceği satan seyyar satıcılar...Kamyonetlerin kapalı kasalarında satış yapan seyyar barlar… Birahaneler, müzikli ve show gösterili eğlence yerleri… Mekanlara müşteri çekmek için yoldan geçenlere kur yapan mini etekli tavşan kızlar... Gecelik erkek arayan orospular… Beyaz, zenci, çekik gözlü,sarı ırk, gay, trans seksüel… Onlarca milletten oluşmuş renk renk insan kalabalığı...Anlatılması çok zor.
Tayland, turist potansiyeli oldukça yüksek parlamenter monarşi ile yönetilen bir ülke. Bugünkü kral ülkenin kurucu kralı Rama’nın soyundan gelmekte. Havaalnından başlayarak tüm cadde ve bulvarlarda kurulan taklarda kralın resimlerini göreceksiniz. Ülkenin her kesiminde “Tanrı Kral” geleneğinden beslenen bir “Kral Sevgisi” var. Eleştirmek veya hakaret etmek “Majeste’ye Küstahlık Suçu” sayılıyor. Yerli ve yabancı herkese uygulanan bu yasanın cezası 3-15 yıl hapis… Aman ha!.. Bu konuda çok dikkatli olunmalı.
WAT CHANA SONGKHRAM
Öğlen sıcağı başlamadan sokağa çıktım. Caddeyi gündüz gözü ile keşfetmeye çalışıyorum. Ortalık oldukça sakin. Belli ki insanlar, dün gecenin geç saatlere kadar süren eğlence yorgunluğundan henüz kurtulamamışlar. Sadece başka şehirlere uzak yolculuğu olan veya günlük turlara katılan turistleri görebiliyorum.
Sokak yemekçileri sabah servislerine başlamışlar. Kaldığım pansiyona paralel arka caddede üzerinde gölgelikleri olan bir yer keşfedip Tayland’daki ilk sokak yemeği ile tanışıyorum. İki temiz ve güler yüzlü bayanın işlettiği bu mekanda çeşit bol.
Her zaman olduğu gibi içinde sübye, ahtapot, karides gibi deniz ürünlerinin bulunduğu bir çorba alıyorum. Yanında, bir kap haşlanmış pirinç ve masalarda hazır bulunan sadece soya filizini tanıdığım bol yeşillik olmak üzere afiyetle yiyorum. İçecek olarak buralarda sıklıkla karşılaşacağım taze sıkılmış ve şişelerle buza yatırılmış çeşitli meyve sularından portakal suyunu tercih ediyorum.
Oldukça hafif, yağsız, tuzsuz, ekmeksiz, şekersiz bu öğün, en başta beni düşünsel olarak tatmin ediyor. Bol bol poğaça, börek veya ekmeğin tüketildiği yağlı, ballı kahvaltıdan uzak; daha sağlıklı bir yemek yediğime inanıyorum.
Kahvaltıdan sonra Chao Phraya Nehiri üzerinde şehir turuna çıkmayı planlıyorum. Seksen kilometre kuzeydeki antik Ayutthaya şehrini ve Kanchanaburi Kuvai köprüsünü gezmek daha sonraki günlere kalıyor. Bangkok içinde görülmesi gereken diğer önemli yerlerin tamamı biri birine çok yakın. İnternet üzerinden vizesini aldığım Kamboçya yolculuğum 26 şubatta; ve o tarihe kadar dolu dolu beş günüm var.
Khoa San Road’ dan çıkarken karşı cadde üzerindeki Budist tapınağı Wat Chana Songkhram ile karşılaşıyorum. Dün havaalanından bu bölgeye geldiğimde, otobüsten iner inmez ilk gördüğüm tapınak burasıydı. Hemen yolun üzerinde, kapısında durarak içerideki tapınma seremonilerini seyreden turistler dikkat çekiyor. Ben de bir an önce buradaki renkliliğe tanık olmak adına bahçesinden içeriye giriyorum.
Hediyelik eşya satışı yapan birkaç tezgah var. Tapınağın çatısındaki ahşap oymalar dikkat çekici. İçeride buda heykelinden başka tahtında oturan Kral Taksin heykeli görünüyor. Kıral Taksin, antik kraliyet merkezi olan Ayutthaya şehrinin Burmalılar tarafından işgal edilmesinden sonra, başkenti bugünkü Chao Phraya nehrinin batı kıyısına getirmiş. Kendisinden sonra gelen 1.Rama şehri daha güvenli bulduğu nehrin doğu tarafına taşımış; ve Bangkok şehrinin temelleri burada atılmış.
Budist ziyaretçilerin getirdiği çiçekler avluda bir yerde toplanıyor. Tapınağa gelen güler yüzlü, yumuşak ses tonlarıyla konuşan bu sevecen insanlar, rahatsızlık vermemeye özen gösteren turist misafirlerini özel gülücüklerle selamlayıp rahatlatıyorlar. Yakılan mumların titrek alevleri, renk renk çiçekler, tütsü kokuları, içeriden yükselen ilahiler insanın içini okşayıp ruhunu başka alemlere taşıyor. Tapınaktan çıkarken “İman etmenin kötüsü olmaz” diye düşünüyorum.
GRAND PALACE ve WAT PHRA KAEW( Temple of Emerald Buddha-Zümrüt Buda)
Burası bir saray kompleksi. Geniş bir alan içerisinde onlarca wat (Thai Budis Tapınağı) bulunuyor. Bunların en önemlisi Zümrüt Buda Tapınağı. Wat Phra Kaew tüm kompleksi ile 1782 de bitirilmiş. Yüksek duvarlar içindeki bu yerleşkede 1,2 ve 3. Rama’nın ikamet ettiği Büyük Saray, kralların küllerinin konulduğu Krallar Mozolesi, Kraliyet Kütüphanesi, Dua Salonu ve Kralların kılık kıyafetini düzelttiği özel bir salon bile var.
Aslında ben ilk önce nehir üzerinde tur yapmaya niyetliydim; ama Tha Phra Athit iskelesine yürürken -adının "Sanamlung Park" olduğunu daha sonra öğrendiğim- büyük bir parkın ucundaki kalabalığı gördüm. Sıcaktan korunmak için şemsiyelerin altına sığınmış yüzlerce insan sarayın kapısında bekleşiyordu. Polis araçları cadde boyunca sıralanmış; kapı girişinde belirli bir alan güvenlik için bantla çevrilmiş. Neler olduğunu öğrenmek zor olmadı. Çünkü insanların elinde Kral’ın resimleri ve ona atfen hazırlanmış sevgi sözcükleri taşıyan dövizler vardı. Kral saraya ziyarete gelmiş. Ne de olsa kendisinin ve tanrısı Buda’nın evi sayılır. Dede Kralların külleri de burada olduğuna göre…
Tam şenliğe denk gelmişim. Parkın köşesinde yemek kazanları kurulmuş, kraliyet onuruna halka yemek dağıtılıyor. Herkes gibi ben de sıraya geçiyorum. Benim gibi pek çok turist var. Sıram geldiğinde bitki çayına benzettiğim buzlu bir içecek alıyorum.
Birden bir çığlık koptuğunu duydum. Kral çağla yeşili bir limuzinle saraydan çıkıyor; insanlar çığlık atıyor; ortalık hep aynı kısa cümle yankılanıyordu. Muhtemelen “Kralım çok yaşa” diye bağırıyorlardı.
Polisin “resim çekmek yasak” uyarısına rağmen pek çok kişinin fotoğraf makinelerini kullandığını gördüm. Kargaşada yasak kalkmıştı! Ben de çıkarıp yeşil limuzinde el sallayan kralın resmini çekmeye çalıştım. Eskorta katılan en az yedi-sekiz tane daha limuzin vardı. Onların da peşine belki yirmi taneye yakın kırmızı renkli Mercedes marka makam otomobilleri katıldı. Polis otoları ve motosikletler eşliğinde nehrin aksi yönüne doğru ilerleyip uzaklaştılar.
Kralın ardından halk içeriye doluştu. Altımda kısa pantolon ve ayağımda sandaletlerim var. Watlara bu şekilde girmem yasak. Kapıda uzun giysi kiralamam mümkün; ama gerekli görmüyorum. Sadece sarayı ziyaret etmem yeterli. Zaten benim bu sıcakta uzun pantolon giyebilmem imkansız. Şehrin her yanı, nehir kolları ve sonradan kazılmış su kanallarıyla çevrili olduğu için öylesine nemli bir sıcak var ki, insanı delirtebilir.
Sarayın bahçe avlusundan görebildiğim tapınakların resimlerini çekiyorum. Kımıldamadan nöbet tutan Kraliyet askerleri ile resim çektiriyorum. Benim için Wat Phra Kaew bitiyor. Sırada bugünün gerçek hedefi olan Chao Phraya River turu var. Bunun için önce soğuk bir içecek satın alıp Tha Phra Athit iskelesine doğru yürüyorum.
CHAO PHRAYA (Nehir Turu)
Şehir, Chao Phraya nehri ile iki yakaya bölünürken onlarca kanal tarafından adeta dantel gibi işlenmiş. Ne tarafa yürüseniz bir akarsu ve de köprü ile karşılaşıyorsunuz. Venedik Şehri benzetmesi yapılan Bangkok’un bunu hak ettiğine karar vereceksiniz. Bunun olumsuz tarafı da yok değil. Şehir yakın zamanda olduğu gibi sıkça sel felaketleri ile karşı karşıya kalabiliyor.
Nehirde düzenlenen çeşitli turlara arzunuza göre katılabilirsiniz. Bunların içinde yemek turu, mehtap turu, güneş batımı turları gibi çeşitli organizasyonlar var. Ben halkın kullandığı, bizim şehir hatları gibi diyebileceğimiz her iskelede durup indi-bindi yapan teknelere binmek istiyorum. Tha Phra Athit Pier(İskele)’ den sol taraf istikametine binerseniz son durak olan Sathorn Taksin Pier yönüne gidersiniz. Buraya kadar yirmiye yakın iskeleye uğrak yapmış olup, nehir kıyısında onlarca tapınak göreceksiniz. Bunların en önemlileri sağ tarafınızda kalacak Wat Arun ve solda karşılaşacağınız 5,5 ton ağırlığında saf altın Buda Heykelinin yer aldığı Wat Traimit. ( Temple of Golden Buddha – Altın Buda Tapınağı )
Bu arada Uzak doğudaki motorlu teknelerde değişik bir itme gücü tekniğine de tanık olacaksınız. Motor pervaneleri bizdeki gibi içten teknenin kıçına değil; aksine kıç üstünden suya uzanan iki metreye yakın uzunluktaki şaft milinin ucuna takılmış. Pervane yeke gibi sağa sola kırılıp dümen vazifesiyle tekneye yön verilirken, itme gücü ise suyun içinde veya yüzeyinde tutularak ayarlanıyor. Resimde gördüğünüzde daha iyi anlayabilirsiniz.
Bu tekne seyahatine yarım gidiş ve yarım dolar geliş ücreti ödüyorsunuz. Bugün geç saate kaldığım için sadece son durakta biraz takılıp geri döndüm. Gidiş yönünde teknemiz kalabalık değildi; rahatça resimler çekmiştik. Dönüşte iş çıkış yoğunluğu ile çok kalabalıktı. Nehir gezimi daha ayrıntılı olmak üzere bir başka güne bırakıyorum. Kısmet olursa bir gün daha erken çıkıp bazı iskelelerde inerek tapınakları gezmek ve hiç tanımadığım şehirlerde heyecan duyduğum bir şeyi yaparak kentin ara sokaklarında kaybolmak düşüncesindeyim.
22.02.2008
CHINA TOWN
Sabah otelden çıktığımda bir buçuk litrelik içme suyu satın alıp, hiç kahvaltı etmeden Çin loncasına yürüdüm. Sadece 3-4 kilometre uzaklıktaki mahalle oldukça hareketliydi. Benzetme yaparsak bizim Tahtakale, Mısır Çarşısı ve Mahmut Paşa üçgeni gibi; hatta bir ucuna da Karaköy’deki eski Perşembe Pazarı’nı koyarak gözünüzde canlandırabilirsiniz.
Cadde boyunca Çin alfabesiyle yazılmış dev ışıklı tabelalar insanın gözünü alıyor. Hırdavatçılardan, çantacılara; incik, boncukçulardan giyimcilere kadar ne ararsanız var. Sokak yemekçilerini saymıyorum; çünkü onlar insanın olduğu her yerdeler.
Bugün kendimi her zamankinden daha hafif ve daha formda hissediyorum. Öğlene kadar sadece su ve 15 Baht ödeyerek satın aldığım bir tek iri elma ile beslendim. Elmanın pahallı olduğunu fark etmiş olmalısınız. Bunun gibi kış meyvelerinin üretimi buralarda yoktur veya çok azdır, diye düşünüyorum. İthal meyve olabilir. Hindistan’da da 1 kilo elmanın iki dolarlık fiyatla satıldığını görmüştüm.
Öğlen yemeğimi kanal boyundaki bir sokak yemekçisinden yiyorum. Bir tabak haşlanmış pirinç üzerine soğuk hazırlanmış küçük tavuk budu ve iki tane cinsini bilmediğim kuş alıyorum. Kuşların ne olduğunu sormuyorum. Sonuçta kuş! Her türlüsü yenir diye düşünmeyin; siz de benim gibi yanılırsınız. Mideme indirdikten bir hayli zaman sonra haşlanmış yarasa yediğimi öğreniyorum. Bu olay bende çok büyük bir sorun olarak kalmayacak; çünkü birkaç hafta sonra Vietnam’da daha büyük bir yemek kazası yaşayacaktım. Köpek etli sandviç gibi!
* * *
Tekne ile daha önce geldiğim Center-Shathorn Taksin çevresine kadar geniş bir alanda yürüyerek adeta kayboldum. Girmediğim sokak kalmadı. Gökdelenlerin yoğun olduğu bölgede “Sky Train” in W1 istasyonunda seyahat eden çok temiz bakımlı insanlarla karşılaştım. Herkes telaşla sağa-sola koşturken; ben kendimi bir kafeteryanın koltuğuna atıp, elimde soğuk içecekle saatlerce onları seyrettim.
Taksin ’den dönüş için nehir teknesini kullanmıştım. Arhit Pier ‘ de inip, Khao San'a yürürken nehir kenarındaki parka takıldım. Çünkü beni içine çeken renkli bir insan curcunası vardı. Ortalık gençlerle dolup taşmış. Müzik grupları için kurulmuş bir platformda pek çok enstrüman var. Gençler gruplar halinde değişimle caz dinletisi yapıyorlar. Birileri bırakıyor, diğerleri başlıyor. Caz dışında İngilizce ve Thai dilinden rock müzik yapanlar da var.
Park iki düzlükten oluşuyor. Bir taraf yeşil çimler üzerlerinde yatıp müzik dinleyen gençlerle dolu. Kimileri belinde halahop çevirirken, bazıları da top ve labut gösterisi yapıyorlar. Bu arada kendi dünyasına çekilmiş adeta meditasyon sessizliği ile kitap okuyan onlarca insan görüyorum. Yoga yapanlar, spagat açanlar, uyuyan küçük çocuklar bile var. Herkes halinden memnun. Bu kadar kalabalık ve değişik etkinliklere rağmen, hiçbir şeyin biri birine karışmadan ahenkle sürmesini hayretle karşılıyorum. Doğrusu, benim ülkemde bu kalabalığın onda biri bile, en az iki ordu kadar kargaşa çıkarırdı. Acaba kendi insanıma haksızlık mı yapıyorum ?
Parkın çim alanı bir üst platform oluştururken, alçakta kalan nehre paralel yarı zemini ise taş döşenmiş. Bu bölümde yüze yakın bir grup ahenk içinde aerobik yapıyor. Etraftaki uyarı yazılarından anlaşılıyor ki, açık hava sayılsa bile parkta sigara içmek yasak. Ben sadece “Chang Beer-Fil Birası” içiyorum. Bir yandan da aerobikçi kadınları izliyorum.
©(devam edecek)
"Bilgi, paylaşıldıkça çoğalır!" Başkalarının da yararlanmasını sağlamak için aşağıdaki modülleri kullanarak YORUM yapabilir, FACEBOOK'da paylaşabilirsiniz!