[ google-site-verification: google096b424537a64561.html googlecb521646d1f4a805.html] google-site-verification: google096b424537a64561.html
LİKYA YOLU YÜRÜYÜŞÜ
Önümüzde bu yürüyüşe ayırabildiğimiz iki haftalık bir zaman var.Tamamı 509 km olarak bilinen bu yolun yaklaşık 200 km lik bölümünü yürüyeceğiz. Bu yolu da 3 etap olarak böldük.
1.Etap: Hisarönü-Patara/2.Etap: Patara-Mavikent/3.Mavikent-Olimpos/Çıralı
1.Etap/ÖLÜDENİZ(Hisarönü)-PATARA
Araştırmalarımıza göre çok fazla yiyecek ve su taşımamızın gereksizliğini bildiğimiz için yüklerimizin hafif olacağını umuyorduk. Fakat yine de sırt çantalarımızın ağırlığını, hedeflediğimiz 10-12 kilo çizgisine indiremedik. Özellikle , protein için gereken peynir ve et-balık konservelerimiz ağırlıktaydı. Tahıl gurubunu ,yulaf ezmesi ve karışık unlu birer kiloluk az mayalı ekmek ile tamamladık. Ayrıca yanımıza kalori içeren yarımşar kiloluk reçel ve bal karışımlarımızı aldık. Çabuk enerjiye dönen ve mineral destekçisi kuru yemişlerimizi de unutmadık.
Elimizde genel olarak internet ortamından sağladığımız kaynaklar vardı. Bunların dışında Okyanus Yayınlarının banka sponsorluğundaki “Fethiye’den Antalya’ya LİKYA YOLU” adlı meşhur kitabın Türkçesini edindik…Ne hikmet ise 2006 da basılan bu kitabın tekrarı çıkmamış. Piyasada bulmak neredeyse imkansız. Fahiş fiyatla ikinci elden ancak bulabildik. Bana göre türkiye içinde alternatifi olmadığı için değerini her ne kadar koruyor olsa da, çok fazla “fantezik” bir kitap… Bu eleştirime, Gelidonya Feneri’ndeki ortak kamp ateşimizin başında sohbet ettiğimiz yabancı yürüyüşçüler de taraf oldular. Ellerinde kendi ülkelerinden edindikleri daha doğru ve kapsamlı kitaplar olduğunu gördük.
YOLCULUK BAŞLIYOR
Dokuz saatlik gece yolculuğumuz sonunda öğle üzeri ulaşabildiğimiz Fethiye’den tekrar bir minibüse binerek 10 km sonra Ölüdeniz’e varıyoruz. Minibüs şoförümüze iyice tembih ediyoruz, bizi Likya Yolu’nun başlangıç noktasına en yakın yerde indiriyor. Ölüdeniz’in birazdan kuşbakışı seyredeceğimiz masmavi denizi hemen bir-iki kilometre aşağımızda görünüyor. Biz kumsallara doğru inen asfalt yokuşun hemen başındaki “Montana Resort” ve “KİRME 10 Km” yazan tabela yönünde sola girerek başlama noktasına varıyoruz.
Sadece iki kişiden oluşan ekibimizin İlk işi, Garanti Bankası ve Fethiye Rotary Kulübünün yaptırdığı “Start Talkı” altında fotoğraf çekmek oluyor.Yol arkadaşım, “Ağabey” ve “Hocam” diye hitap edeceğim emekli fizik öğretmeni sevgili Niyazi Kantarcıoğlu… Buradan çok arzu etmelerine rağmen -tarihlerimiz uymadığı için- bize katılamayan eşi Şerife Hanım ve diğer değerli ortak dostlarımız Yakut Hanım, Bora Bey, Lida Hanım ile oğlu Alex’i de selamlıyorum.
HİSARÖNÜ/OVACIK-KOZAĞAÇ
Tarih: 2 Nisan 2012
Başlama saatimiz 14.30…Kitabımıza göre ilk parkur 13 kilmetre ile Hisarönü-Faralya arası...Biz sabahı beklemeden bugünden doğanın içine girmeyi seçtik.Zaten kitaptaki önerilere göre kamp yapmayı düşünmüyoruz.Nerede başlayıp nerede duracağımıza kendimiz karar vereceğiz.
İlk noktalardaki çamlık ve düz arazide başlayan traktör yolu yükseldikçe Ölüdeniz’in muhteşem manzarası ayaklarımızın altında küçülüyor.Her noktasından seyri bir başka güzel oluyor maviliğin…Ve güzellikleri gördükçe durup fotoğraf çekiyoruz…Yükseklere tırmandıkça büyüleyen manzara artık Babadağı’ nın iç yamaçlarında görünmez oluyor.Aralıklarla dizili her yükseltinin yamacından bir diğerine geçiyor, traktör yolundan sonra keçi yolunda ilerlemeye başlıyoruz.Bazı yerlerde ağaçlar seyreliyor; bazı yerlerde ise kurumuş su yataklarından yürüyoruz.
Yürüyüşe başladığımızda Hocam’da ve bende birer buçuk litrelik su vardı… İdareli kullanıyoruz. Bazen önümüze sarnıçlar çıkıyor. Ama tavsiyelere göre şimdililk bu suları kullanmamaya özenliyiz. Yol boyunca çıngırak seslerine ve çocuksu meleşmelerine severek alıştığımız keçiler için çobanların kullandığı bu sarnıçlarda sadece yüzlerimizi yıkayıp serinlemeye çalışıyoruz.
Patikalar oldukça daralıyor… Sık sık kaygan çakıl zeminde yürüyoruz. Sıcak bunaltıyor… İyi ki nisan ayında yürümeyi tercih ettiğimizi düşünüp seviniyoruz. Hocam da ben de birkaç haftadan sonra artık buraları yürümenin imkansız olacağı fikrinde birleşiyoruz…
Bize göre burası ilk parkurun en zor bölümü. Kimi zaman iyice yükselip biraz düz yürüyor ve tekrar çıkacağınız yolun aşağılarına iniyorsunuz.Ağaçların derinliğindeki iç yamaçlara ilerledikçe ilerliyorsunuz ve burnunuzun ucunda görünen karşı tepenin yamacına geçmeniz saatleri alıyor.Ama aştığımız her tepenin ardından gerilerde bıraktığımız yolu gördükçe gizli bir “başarma keyfi” sarıyor içimizi…Temiz havayı ciğerlerimize doldurdukça hayatta olduğumuza daha bir şükranlık duyuyoruz…
Yürüyüş yolu kırmızı beyaz renkli çizgilerle işaretlenmiş. Bunları kaçırmadan yürümek için dikkat etmek zorundayız. Bazı dönüşler ok işareti ile gösterilmiş… Bazı girilmeyecek patikaların hemen başında x (çarpı) işaretleri var.Tüm bu işaretlemeleri yapan ve bakımlarını sürdürenlere minnettarlığımızı sunmalıyız.
Şimdilik yolumuzu hiç şaşırmadan geldiğimiz son rampada bir köylü ile karşılaşıyoruz.İlerideki Kozağaç Köyü zaten görünüyor. Tepeden inerken solda büyük bir çeşme bizi karşılıyor. Hesaplarımıza göre bu köy Ovacık’tan 6-6.5 km… Yani Kirme’nin 3 km gerisindeyiz… Saat akşamın altısına geliyor.1989 metrelik Babadağı zirvesinin yarısından fazlası rakımdayız. Kozağaç Köyü 950 metrelerde ve aşağılara göre biraz daha serin; ve de tepelerin deniz görmeyen bir yamacında daha karanlık kalıyor. Biz de hava kararmadan köylülerin önerisiyle çadırımızı hemen yol kenarındaki bir yeşilliğe kuruyoruz. Bu arada yolda karşılaştığımız Köy sakini Hidayet Bey yanımıza gelip bize yardım ediyor. Akşam için yemek ısrarını kabul etmesek de çaya “hayır” demiyoruz.
Bize fırsat bırakmadan güzel bir meydan ateşi yakıyor ve yemeklerimizin üzerine güzel bir çay partisi yapıp gece boyu sohbet ediyoruz. Gurubumuza meraklı bakış ve bitmeyen sorularıyla Hidayet Bey’in iki küçük kızları da katılıyor. Onlara şeker ve sakız ile biraz çerez ikram ediyoruz.
Sabah erkenden çocuklar yine yanımızdalar. Birinin adı Elanur, diğeri ise -çok bilmiş olanı- Kader… Anneleri çocuklarına cicilerini giydirmiş. Baba Hidayet Bey aileyi haftada bir köye gelen minibüs ile kasabaya indirecek.Bu arada yine zahmete girip misafirperverliklerini yapıyorlar.Bir tepsi içinde çayımız, haşlanmış taze yumurta ve bir tabak keçi lor peynirimiz geliyor. Afiyetle tüketiyoruz...
Kahvaltıdan sonra bütün hazırlıklarımız tamam.Bu güzel insanlarla onları hiç unutmamak ve tekrar yolumuz düştüğünde elimiz boş gelmemek üzere vedalaşıyoruz.
KOZAĞAÇ-ALINCA
Tarih: 3 Nisan 2012
Sabah saatimiz 8.30 civarındayken henüz hazırlıklarımız tamamlandı… Hocam, sırt çantasının omuz askılarından muzdarip bir durumda yenilikler deneyerek güzel bir yöntem buluyor… Önce omuzlarına şal gibi attığı kalın bir polardan sonra çantasını sırtına veriyoruz. Bu sayede omuzları ile çanta askıları arasında yumuşak bir tampon sağlanmış oluyor.
Dün geldiğimiz aynı toprak yoldan inişe geçiyoruz. Sağımızda kalan dev kayalıklar ve eteklerindeki kaya kırıntıları ile karşılaştığımızda hemen fotoğraf çekiyoruz. Köylülerin buralardaki eski jeolojik olaylarla ilgili anlatacağı çok şeyleri olduğunu okuduğumu hatırlıyorum. Elimizdeki rehber kitapta da çevrede bir zamanlar bir gölün olduğu ve depremle kaybolduğu hakkında bilgiler var.
Yolun devamı aralıklı görebildiğimiz ağaçların sıklaşmasıyla 3-4 km kadar devam ederek bizi önce Kirme’ye, oradan da patiklarla Faralya ’ya ulaştırıyor.Sık ağaçlı yolda Faralaya’ya girerken birkaç konaklama tesisi ile karşılaşıyoruz … Bazılarının yabancılar tarafından işletildiğini gözlemlediğimiz konaklama tesislerinin her biri için iyi paralar ve emekler harcanmış. Doğaya uygun yapılar olduğunu söyleyebilirim. Sık karşılaştığımız çeşmeler ve su arkları buranın neden bu kadar yeşil olduğunu açıklıyor bize…Oysa buraların bizim yaşadığımız kuzey ege sahillerine göre çok kurak yerler olduğunu biliyoruz… Faralya bambaşka bir büyü içinde… Kelebekler Vadisi olarak tanınmış bir yer.
Kabak koyuna devam ederken bir süre yürüyeceğimiz sevimsiz bir asfalt yoldan tırmanmaya başlayacağız. Hemen yokuş yolun başında, sağınızda kalan George House ahşap evlerinin işletmesindeki bir market görüyoruz. Daha temiz olduğunu düşünerek tesadüf ettiğimiz her yerde yaptığımız gibi şişe suyu satın alıyoruz. George House işletmecilerinin bazı olumsuz davranışları olduğunu internet üzerinde okuduğumu hatırlıyorum. Özellikle yerli trekkingçilerin vadide çadır kurmalarına izin vermedikleri ve hatta parasıyla kendi işletmelerine müşteri olarak bile kabul etmediklerini okumuştum. Açıkçası internet ortamındaki Likya Yolu ile ilgili bazı forumlarda bu işletmenin yerli insanlara karşı göstermiş oldukları pek çok kabalıklar anlatılıyor. Bu tür olayların hiç olmamasından yanayım…Yine de insan öyle etkileniyor ki, önyargı karşısında direnmek için çaba sarf etmek zorunda kalıyorsunuz. Ama biz güvenerek bakkaldaki bayana kumsala kadar inmenin kaç dakika sürdüğünü sorduk. “Bir-birbuçuk saatte iner ve iki-iki buçuk saatte çıkarsınız” dedi. Aslında inmek ve bir gece kalmak gerekirdi. İçinde şelalelerinin, değişik bitki örtüsünün ve Akdeniz’in en güzel kelebeklerinin olduğu bu güzel vadiyi arkamızda bırakıp yola devam ederken ileride pişmanlık duyabileceğimizi de göze alıyoruz.
Yukarılara tırmandıkça Ölüdeniz’de olduğu gibi vadinin tüm görüntüsü aşağımızda kalıyor. Tepelerden vadiyi seyretmek başka bir keyif veriyor insana…Doyumsuz bir manzara karşısında sürekli fotoğraf çekmekten kendimizi alamıyoruz.Hoşça kal Faralya, hoşça kal güzel vadi…
Kısa bir süre sonra yolun solunda Likya Yolu tabelası ile karşılaştık. “Kabak 7km” yazan sarı-siyah renkli tabela bizi asfalt yoldan çıkarıp solumuzdaki patikalara soktu.Yol boyunca pek çok yabancı yürüyüşçülerle karşılaştık.Uzunca bir süre bir birimize yakın yürüdüğümüz üç kişilik alman grupla şakalaşarak eğlendik… Son çamlık patikaya girmek için yolunuz kesen toprak bir araç yolundan bir-kaç dakika yürümek durumunda kaldık.Bizi burada tekrar ormana sokacak olan ilk kırmızı-beyaz işareti kaçırmıştık.Gerçi bu yolun da Kabak’a götüreceğini biliyorduk ama, burada asıl amaç mümkün oldukça patikalardan yürümek olduğu için yol işaretlerini kaçırmamak gerekiyordu.Zira yanlış bir yola girdiğinizi fark ettiğinizde tekrar geri dönüp son gördüğünüz işareti bulmak en mantıklısı.Biz şanslıydık…Kafalar dalgın bir şekilde yürürken alman gençler hemen arkamızdan seslenerek kendilerinin fark ettiği işareti gösterdiler.İyi ki de bize yakınlardı.Yoksa yürümeyi sevmediğimiz geniş stabilize yola devam edecektik.Böylece tekrar son bir patika yoldan Kabak’a vardığımızda saat öğlenin ikisini gösteriyordu.
Kabak Koyu beklide dünyanın en güzel koylarından biri…Denizin suyunda turkuvaz mavisi ile yeşilin başka bir canlılığına tanık olacaksınız.Aşağıdaki kumsal sizi büyüleyerek vadiye doğru çekecek. Aman acele etmeyin, hemen yakınınızda gibi görünen bu güzellikle kucaklaşmak için biraz tehlikeli iniş yapmanız gerekiyor.
* * *
Yürüyüşümüz dün öğleden sonra Ovacık’tan başlamıştı. Erken saatte çıkanlar için ilk günün rotası olarak Faralya’ya kadar 13 kilometrelik yol öneriliyor. İkinci günün rotası ise 7 kilometre ile Faralya’dan Kabak…Buna göre biz dün geç başlamamıza rağmen şu anda Kabak’ta olmakla ikinci günün önerilen rotasını tamamlamış olduk.Yine de burada kamp yapmayı ve elimizdeki rehber kitaba uymayı pek düşünmüyoruz. Zaten yarınki rota için önerilen Kabak Koyu-Belceğiz arasındaki 26 kilometrelik yol daha sonra bizi şaşırtıyor.Nasıl mı? İnanın öyle bir yol ki, ilk 4-5 kilometresini üç saatte zor geçebiliyorsunuz. Kalan 20-22 km uzun uzun sevimsiz
Bizim kararımız, yarınki rotamızı kolaylaştırmak için yaklaşık beş kilometrelik zorlu yolu bugünden tamamlayıp en azından Alınca’ya varmış olmaktı… Kabak’tan çıkışta güzel bir çeşme ile karşılaştık. Bol bol içip yedeklerimizi tamamladık.Suyun tadı bizim Kazdağları gibi değil…Ama bu bölgeye göre iyi sayılır.Hele ki, bazen kuyularda içmek zorunda kaldığımız yağmur sularıyla karşılaştırırsak?!
Bir süre toprak yolla ilerledikten sonra patika tırmanışı başlıyor.Henüz Kabak’tan çıkarken tepelerde yapılan devasa bir malikanenin kapısı ile yolun sona erdiğini görüyoruz. Mülk sahipleri sanki kasıtlı olarak yolu kesip sol taraftan yukarılara kadar dolandırarak geçit vermiş. Çalılık bir alanda sırt çantanızla sık sık eğilmek zorunda kalıp bin bir zahmet çekiyorsunuz. Isırgan otları diz boyu, değdirdiğiniz bacaklar cayır cayır yanıyor. Yolun devamı sık sık rampalarla devam ediyor. Dere yataklarından geçmek zorundasınız. Ayak tabanlarınızı acıtıp bileklerinizi yoran sivri taşların üzerinde sekiyorsunuz. Yine de moralinizi bozmamak için pek çok nedenimiz olduğunu düşünüyoruz. En başta zorluklarla baş etmenin keyfini yaşıyoruz. Bu kendimize olan inancımızı da artırıyor. Aynı zamanda aşağılarda bıraktığımız Kabak Koyu’nun muhteşem güzelliğini seyrediyoruz.
* * *
Akşam üzeri Alınca’ya vardığımızda köye girmeden önce karşılaştığımız çamlık arasındaki çeşme başı bir düzlükte kamp kurduk. Su torbalarımızı doldurup ağaca asarak güzel bir banyo yaptık. Ardından açık ateşte pişirdiğimiz yemeği midelerimize indirdik.Şimdi ise çaylarımızı yudumlayıp, günün analizini yapıyoruz. Burada vardığımız sonuç, Kabak’tan yürüdüğümüz bu üç saatlik yolun daha sonraki rotalarda bir daha hiç karşılaşmayacağımız kadar zor geçtiği şeklinde oluyor…
(Devamı var)
"Bilgi, paylaşıldıkça çoğalır!" Başkalarının da yararlanmasını sağlamak için aşağıdaki modülleri kullanarak YORUM yapabilir, FACEBOOK'da paylaşabilirsiniz!