Bisikletle BATI KARADENİZ TURU (İzmir-Cide) 1.600 Km
Bisikletle BATI KARADENİZ TURU (İzmir,Manisa,Denizli,Burdur,Isparta,Afyon,Eskişehir,Bursa,Kocaeli,Sakarya,Düzce,Zonguldak,Bartın,Kastamonu/Cide)
Şirinyer-Ödemiş/Birgi Köyü (İzmir) 0 km/113 km
22 Mart 2015
Bu baharda bisikletle Madrid’den Roma’ya gelmeyi planlamıştım. Barselona’dan sonra sürekli deniz kıyısında pedallayıp Fransız Rivierası’nı geçerek Roma’ya kadar gelecek ve oradan da uçakla dönecektim. Son anda bu turu iptal ettim. Avrupa turları ve özellikle de bu rota için biraz yüksek finans ayırmam gerekiyordu. Ben de “ Otur oturduğun yerde” dedim kendime ve gözümü Türkiye içine çevirdim.
Çıkış noktam, İzmir Şirinyer istasyonundan binerek metro ile geldiğim Esbaş İzban durağı oldu. Sabahın ilk ışıklarında kulak dondurucu bir soğuk vardı. Güneş etkisini gösterene kadar suratımı ve kulaklarımı korumak adına kar maskemi taktım. Yollar fena sayılmazdı. Altınyol’un devamı olan Eski Aydın yolu üzerinden 30-35 km kadar devam edip Torbalı kavşağını geçtim. Sonra sola Ödemiş yoluna girdim. Bu yol (D550) Bayındır üzerinden devam ediyor. Söke’ye kadar yol boylarında yüzlerce çiçek ve fidan yetiştiricileri gördüm. Alabildiğine geniş araziler çevirip bir kısmına sera kurmuşlar. Öylesine çoklar ki neredeyse bizim Burhaniye Körfezi’nin zeytini gibi, dağ bayır çiçek ve fidan dolu.
Öğleden sonra yoluma kısa kollu giysilerle devam ettim. Hava nefisti. Arada hemzemin geçitle karşılaşıyor tren yolunu bazen sağ bazen sol tarafıma alıyordum. Bu arada tren geçişi sırasında resim çekerken konuşmak için laf atan gençlerden her gün İzmir-Torbalı –Söke hattında karşılıklı beş tren seferi olduğunu öğrendim.
Söke ovası alabildiğine yeşil. Her yerde hayvan otluyor. Süt üretimi yapan oldukça fazla inek çiftlikleri var. Yol boyları dağ gibi yığılmış ve üstleri naylonlarla kapatılmış slaj tepecikleriyle dolu. Çevreye ekşi bir koku yayıyorlar.
Ödemiş’e yaklaştığımda karlı zirvesiyle Bozdağ karşıladı beni… Yüz kilometreye yakın yol almıştım.Şehir merkezine girmeden önce Demircili Mahallesi’nden geçerken sol yanımdaki bir düzlükte insan kalabalığı ile karşılaştım. Bugün Ödemiş Rahvan At Koşusu varmış. Ne demek olduğunu ban de bilmiyordum. Tesadüfen karşılaştığım bu etkinlikte atların nasıl rahvan koştuklarını öğrenmiş oldum. Öyle önüne gelen her at rahvan koşamazmış. Seyirci tribünlerinin yanındaki 7-8 metrelik yüksek bir platform üzerinde koşuları takip eden hakemler ve hoparlörden durumu anlatan bir cazgır var. Bir yandan da kamera ile kayıt yapılıyor.
Kurallarını öğrendikten sonra seyretmesi çok zevkli bir yarış… Ben çok beğendim. En azından yine bu bölgelerde yaygın olasn deve güreşlerindeki gibi hayvan dövüştürülmüyor.
Burada ne yiyebileceğimi sorduğumda Ödemiş Kebab önerdiler. Daha önce İzmir’de tadına baktığım bir şey olduğunu hatırladım. Tereyağı ile kırmızı toz biber sürülerek kızartılmış ve küçük karecikler şeklinde kesilmiş ekmek üzerinde servis edilen uzun yuvarlak köftelerden oluşan bir mönü… İki tane açık ayran ve sumakla ovulmuş soğan salatası için sadece 10 TL ödedim… Üzerine bir de çay ikramı var. Yanında da sohbet…
Önceki planım Bozdağ yolu üzerindeki Gölcük Gölü’ne çıkmak ve Birgi üzerinden inmekti. Gölün bin metrelik rakımı var. Hava daha kış sayılır. Tahminler yarın için yağmur gösteriyor. Riskli olabileceğine kara verdim ve rotamı 7-8 km ilerideki köye çevirdim. Tatlı bir rampa ile 124 metrelik ilçe rakımından 397 metreye kadar çıkış yapmışım. Birgi için değer. Kendi köylüleri de bunun farkındalar.
Birgi, oldukça tanınmış turistik bir köy… Eski binalar korunmuş.Birkaç tane iyi restore edilmiş ünlü konağı var. Şu an köyde bir film ekibinin çekim yaptığını öğrendim. Evet, bir köy için fazlasıyla hareketli görünüyor.
Hava kararmadan önce başımı sokacak bir yer bulmam gerekiyordu. Köyün her tarafı yeşillikler içinde...Kamp atabileceğim en uygun ortamı yakalayıp yerleştim. Radyodan Fener-Beşiktaş maçını dinleyerek uykuya dalmışım. Bir ara kalktığımda hemen kulağımdan çıkan kulaklığa sarıldım. Baktım ki maçın uzatmaları oynanıyor. Maç sipikerinin bir heyecansız anlatımı bana beraberliğin devam ettiğini düşündürürken sonucun 1-0 olduğunu öğrendim. Fenerbahçe maçı bu sonuçla galip bitirdi.
Ödemiş(İzmir)
Ödemiş Rahvan At Yarışları (İzmir)
Ödemiş Rahvan At Yarışları (İzmir)
Ödemiş,Birgi Köyü (İzmir)
Kiraz (İzmir) 28km/141km
23 Mart 2015
Birgi’den devam ederseniz Pamukkale yönüne gidebilirsiniz. Fakat bu yolun çok kötü olduğu söylendi. Bunun üzerine Ödemiş girişine kadar yokuş aşağı vurup sol tarafa döndüm. Bu yol Kiraz’dan geçip Salihli-Denizli yoluna çıkıyor. Oldukça dişli ve mıcırlı... Pek çok yerinde iki araç geçişini bile zorlaştıracak kadar daralmalar var. Neyse ki trafik yoğun olmadığı için bunu sorun etmiyorum. En azından çevresi karlı dağlarla çevrili yeşil mi yeşil bereketli bir ovada yolculuk etmek insanın içini açıyor.
Sabahtan beri aralıklı yağan yağmur artık şiddetini artırınca Kiraz çıkışındaki bir cami avlusunda uzun uzun bekleyip artık yola devam edemeyeceğime karar verdim. Merkeze geri dönüp 25 TL karşılığında Çavuş Otel’e yerleştim. Biraz mezbele gibi görünse de fena sayılamayacak bir yerdi.
Kiraz için anlatacak önemli bir şey yok… Büyük şehirde yaşayan insan olarak şaşırtıcı bir olay yaşadım. Otel işletmecilerinin binanın altında tarım aletleri satan bir dükkanları vardı. Bisikletim için bırakabileceğim bir yer sorduğumda dışarıda duran süt sağma makinesini gösterip, " yanına yasla" dedi. Ben gece içeri almamız gerektiğini söyleyince “bir şey olmaz burada” diye karşılık verdi. Olurdu, olmazdı derken gece içeri alması için zor ikna ettim. Sabah katlığımda baktım ki “Burası Kiraz, burada hırsızlık olmaz” diyen adam bütün mallarını dışarıda bırakıp gitmiş. Yani kırk elli kiloyu aşmayan bir sürü alet edevat kapı önünde nasıl çalınmıyor diye çok şaşırdım. Sadece bizim satıcı değil, diğer dükkanlar da aynı şekilde tüm malzemelerini dışarıda bırakmışlar. Neyseki benim bisikletim içerideydi.
Buldan (Denizli)83km/224km
24 Mart 2015
Dün erken saatte dinlenceye girdiğim için kendimi formda hissediyorum. Yokuşlar İğdeli’ ye kadar dağ bayır tırmanarak devam etti. Uluderbent kasabasına geldiğimde öğlen vaktiydi. Kiraz’dan bu yana geçen neredeyse beş saatlik sürede sadece 38 km yol yapabilmiştim. Tepelerin biri bitiyor, diğeri başlıyordu. Çıktığım zirvelerde durup arkada bıraktığım yollarla karşı tepeleri seyretmek, bana her zaman büyük bir başarma gururu ve sağlığım için Allah'a karşı derin bir minnet duygusu yaşatır. Her gördüğüm çeşmeden su içip tadına bakar ve hangi dağın tepesinden geldiğini keşfetmeye çalışırım. Suyun kalitesini başka bölgelerle karşılaştırmak da huyumdur. Geçen sonbahardaki bisiklet turumuzda Makedonya’dan geçerken bir Sırp bölgesinde içtiğimiz suyu unutamadım. Gezdiğim tüm yerlerin içinde en beğendiğim sular Balkan topraklarının suyu olmuştur.
Kaşar peyniri ile meşhur İğdeli Köyü İzmir’in bu yol üzerindeki son yerleşim yeri. Bu köyden sonra uzunca yokuşlar inip Manisa’ya bağlı Uluderbent ilçesine vardım. Bu çukur ilçeden tekrar tırmanarak çıkıp Sultaniye üzümü ile ünlenmiş Sarıgöl’e kadar devam ettim.
Yükseklerden inmiştim. Artık Salihli-Denizli yolunda pedallıyordum. Aşağının havası çok sıcaktı. Biraz soyundum. Kısa kollu giysilerle kalmıştım.
Kısa süre düz yoldan sürdükten sonra karşılaştığım ilk rampa insafsızca uzayıp bitmek bilmiyordu. Saatler süren azaptan sonra fazla sevinemeden ikinci bir uzun rampayı tırmanmak zorunda kaldım. Çeşme başında aracı için tamirci bekleyen birinden öğrendim ki, Sarıgöl’den başlayan bu rampalar çok meşhurmuş. Adam, Topuzlu Rampası diye bilinen bu yokuşların eski kamyoncuların korkulu rüyası olduğunu anlattı.
Birkaç kilometre daha sürdükten sonra karanlığa kalıp Buldan’a varamayacağımı anlayarak bir petrol istasyonuna sığındım.Tek başına nöbetçi kalan pompacı Hayrettin Bey kullanılmayan restoranın sundurmalarını gösterip çadırımı orada kurabileceğimi söyledi.Yerleştikten sonra terliklerimi giyip güzelce bir el ayak yıkadım. Hayrettin Bey'in odun sobasının üzerinde yaptığı çaydan beş-altı bardak içerek, bir yandan da televizyon seyredip sohbet ettik.
Tanrı misafirisiniz… Bu durumlarda bazen karşınızdakini dinlemek zorunda kalıyorsunuz. Uzun uzun anlattığı hayat hikayesinin bir bölümünde yorgunluğumu bahane ederek sıyırmasını bildim. Evle bir telefon görüşmem oldu. Her şey yolundaymış. Benim için de öyle…
Sabah çadırımı toplarken Hayrettin Bey’in kahvaltı teklifini geri çevirdim. Dün gece dinlediğim hayat hikayesinden sonra gariban bir adamı daha fazla maddi zarara uğratmamak ve biraz da güne erken başlamak düşüncesiydi bu… Belki de benimle sohbet ederek kazanacağı manevi getiriden mahrum kalacaktı, ama maalesef ben gerektiği zaman kendi penceremden bakarak karar verdiğim için gitmek durumundayım… Hoşça kal güzel insan!
Petrol istasyonundan çıkınca ilk düzlüğün sonunda Buldan ilçesi göründü. Pırıl pırıl açık bir havada günün erken saatine rağmen hiç üşenmeden uzun bir rampa inişi yapıp sağ taraftaki yol ayrımından ilçe merkezine kadar pedalladım. Merkez birkaç kilometre içeride, yüksekte…
Girişte saray mimarisinde harika bir okulla karşılaştım. Buradan Buldan bezinden üretilen ev tekstili ve giyimcilerin bulunduğu caddeye geldim. Yıllardır özenip bir türlü ürün yelpazeme katamadığım Buldan bezinden üretilmiş giyim satan bir toptancı ile tanıştım. Bu tanışma, turumun içinde benim için önemli bir ticari bağlantı oldu. Ne derler, hem ziyaret hem ticaret...
Karahayıt-Pamukkale (Denizli) 40km/264km
25 Mart 2015
Buldan-Denizli yolunu 10-12 kilometre pedallayıp Tosunlar’dan sola girdim. Ahmetli Köyü içine girmeden hemen köprüyü geçip sağa döndüm. Yollar, Pamukkale’ye geçen pek çok turist otobüsleri tarafından kullanılıyor olmasına rağmen çok bakımsız. Bisiklet için de oldukça dişli, süspansiyon sistemi olmayan benimki gibi düz maşa bisikletlerde fazlasıyla sarsıcı… Vibrasyon sebebiyle uyuşan parmaklarımı rahatlatmak için arada bir elimi gidonda tutuyor, diğerini serbest bırakıp kan akışını sağlayarak rahatlatmaya çalışıyorum.
Karahayıt kırmızı suyu ile ünlenmiş Pamukkkale’nin gölgesinde kalan turistik bir yer… Akköy’den sonra 2-3 kilometre tırmanarak çıkılıyor. Kimse kusura bakmasın ama, oldukça çirkin bir yerleşim. Çamurlu bir meydan… Arabesk bir pansiyonculuk anlayışı… Kırmızı suyun bulunduğu yerin kötü ve ilgisizliğe terk edilmiş durumu içler acısı...
Karahayıt zirvesinden Pamukkale’nin bembeyaz travertenleri görünüyor. Hierapolis Antik Kenti girişinden sonra 7-8 kilometrelik keyifli virajlarla kuş gibi bir iniş yaparak travertenlerin arkasına indim. Burada uzun zaman kalarak resimler çektim. Sonra yokuşu tırmanıp Pamukkale Doğa Parkı’na geldim. Gölet kenarında resim çekip bir süre dinlendim.
Kalacağım yer Anatolia Butik Otel… Karma oda, kahvaltı dahil sadece 25 TL… Rezervasyonunu www.booking.com üzerinden yaptım. Dört kişilik odada benden başka sadece Koreli bir genç kız var. O da dışarı çıkmak üzereydi. Yalnız kalınca hemen dışarı çıkmak yerine önce bir duş alıp bir şeyler atıştırdım. Havanın kararmasına 2-3 saat kalmış olmasına rağmen güneşin yağmur öncesi sıcaklığı halen devam ediyordu. Kalkıp travertenlere girdim. Müze kartı geçiyor. Para vermedim. Çıplak ayakla doyasıya yürüyüp durdum. Tam 26 yıl sonra yeniden -1989 yılının Aralık ayında ilk defa geldiğim- bu taşların üzerindeydim.
Pamukkale (Denizli)
Denizli Merkez-Bozkurt (Denizli) 90 km/354km
25-26-27 Mart 2015
Sabah çıkarken oda arkadaşım benim yaptığım gürültüye uyanmış ama yatağından çıkmamıştı. Ayrılırken iyi gezi dileklerimi sundum. Dün gece hiç konuşmadan uyumuştu. Ben de yanı başımdaki yatağında güvercin sessizliğinde uyuyan bu genç Koreliyi rahatsız etmeden kulaklığımı takıp PC ye takıldım.
Sabah kahvaltı fena değildi. Pamukkale’den Denizli’ye keyifli bir sürüşle geldim. Gerçi şehir girişinden merkeze kadar yokuş ve trafik yoğunluğunu sıkıntı saymazsak… Arka tekerlekte kopan bir tel kafasını dert etmiyorum. Bu sayede oğlu bisiklet kulübünde yarışçı olan Davut Bey ile tanıştık. Aslen motosiklet tamircisi olan bu arkadaş bisikleti askıya alarak tel kafasını verdiğimle yenileyip üzerine bir de balans ayarı çekti.
Şehir merkezinde ticari işle ilgili -havlucu- bir arkadaşla buluşma gerçekleştirecektim. Onunla Denizli’nin sembol horozunun bulunduğu belediye binasının karşısında buluştuk. Bu arada meşhur horozla resim çektirmeyi ihmal etmedim.
Görüşme sonrası Çardak yönüne devam etmek üzere tekrar şehir girişine kadar inip Hambat Ovası boyunca gün boyu pedal salladım. Kullandığım yola paralel kilometrelerce uzanan demir yolundan bir tek tren bile geçmedi. Çardak’a 13 kilometre kalmıştı ki, kurşun gibi ağır ve kapkara bulutların korkusuyla bir benzinciye sığındım.
Çadırım ahşaptan yapılmış bir kamelyanın altındaydı. Hava tahminleri dünden bu yana bölgeyi yağmurlu gösteriyordu. Bu gece kötü bir hava yaşanabilirdi. Beraberimdeki erzak yeytersiz olduğu için sadece meyve yiyerek uyudum. Gece fırtına kopmasına rağmen aşırı yağış olmadı. Sabaha karşı büyük bir çığırtkanlıkla demir yolundan geçen bir trenin sesiyle uyandım.
Yola çıktıktan bir saat sonra gök gürültü yağış başladı. Dünden beri sancılı olan hava patlamıştı. Fazla yol alabileceğimden umutsuzdum. Çardak’a gelmeden 3-4 km önceki Bozkurt ilçesinde Belediye Oteli’ne yerleştim. Bozkurt adı önce siyasi bir isim gibi gelmişti. Ama böyle değilmiş. Otel çalışanları Nezahat ve Ayşe Hanım'dan ilçe belediye yönetiminin CHP'li olduğunu öğrendim. Belediye başkanı da eczacılıktan gelen bir bayanmış.
Denizli
Isparta Merkez-Eğirdir (Isparta) 120km/474km
28-29 Mart 2015
Bozkurt’tan çıkarken hava kapalıydı. Gün içinde hiç yağmur yağmadı. Fakat akşam üzeri ortalığı öğle bir bulut kapladı, öyle bir lodos başladı ki, korkunç... Isparta’ya 40 km kala herzaman yaptığım gibi yine bir petrol istasyonuna sığındım. Pompada tek başına çalışan Mustafa kardeşimiz mescit olarak da kullandıkları kapalı bir mekana bana verdi. O gece saat 9.45 de Türkiye-Hollanda maçını izleyecektik. Uykuya dalmışım. Sabah Mustafa’dan maçın özetini dinledim. Biraz da motor kazası yapan genç oğlunun hikayesini dinlemek zorunda kaldım.
Her yerde Demirel’in adının verildiği yollar, köprüler, binalar geçip çok dik olmayan uzunca yokuşlardan sonra merkeze vardım. Şehirde yemek yiyerek bir kaç tane gül suyu ve sabun satın aldıktan sonra tekrar geri dönüp Eğirdir yoluna girdim. Yollar sakin ve tamaen düzdü. Sadece Eğirdir girişinde rampalar başladı. Son rampada çok şiddetli bir yağmura yakalandım. Girdiğim bir benzincide çay içerken yoldan geçen bir bisikletli görüp, ona yetişmek üzere hemen yola çıktım.
Önümdeki bisikletli ile aramızdaki mesafeyi kapatamadan yokuşun sonunda göl göründü. Gölün içine sivri bir kuyruk gibi uzanan Yeşilada’nın güzelliği hemen karşımdaydı. Kuğu gibi süzülerek şehir merkezinde bisikletliyi buldum.
Fransız gencin adı uzun ve karışık geldi. Kısa olarak Koko diye hitap etmem konusunda anlaştık. Koko Konya yönüne gidecek. Ben ise gölün batı tarafından Afyon yönüne gideceğim. Bir an benimle gelmeye karar verdi ve haritayı açıp biraz inceledikten sonra yolunun çok uzayacağını düşünerek vazgeçti. Koko ile bir marketten nevale aldık. Taze ekmek almak istedi, onun fırın bulmasına yardımcı oldum. Birkaç göl fotoğrafı çektikten sonra vedalaşıp ayrı yönlere pedalladık.
Göl kıyısından nefis doğa manzarasıyla Barla yönünde 10-15 kilometre devam ettim. Yollar “Battı-Çıktı” diye tabir edilen kısa iniş ve çıkışlarla devam ediyordu. Trafik yoğunluğu şehir yerleşiminin bitmesiyle beraber sıfıra düştü. Deniz azametinde kocaman koyları ve plajları olan bir göl, dağlar taşlar sadece bana kalmıştı. Öyle ki, bazen onlarca dakika yanımdan geçen tek bir vasıta ile karşılaşmadığım oluyordu. İşte o an kendimi daha özgür his etmenin farkına vardım. Sanki içinde olduğum tüm güzellikler ve hatta yağan yağmur bile sadece bana aitti. Geceyi Bedre Koyu’nda çadır kurup kuş sesleriyle uyanarak geçirdim.
Acıgöl, Çardak (Denizli)
Eğirdir Gölü (Isparta)
Barla,Eğirdir (Isparta)
Eğirdir-AfyonYolu (Isparta)
Devederesi/Karamık Gölü (Afyon) 97 km/571km
30 Mart 2015
Kilometrelerce süren göl kıyısı yolculuğum öğlen saatlerinde sona erdi. Artık Eğirdir Gölü’nün en kuzeyinde Serinder-Yalvaç kavşağındaydım. Afyon/Şuhut yönüne doğru yaklaşık 10 kilometrelik zorlu bir tırmanışla Eğirdir Gölü'nü arkamda bıraktım. Göle her çıktığım tepeden baktığımda biraz daha küçüldüğünü görüyor, sıklıkla resimler çekiyordum. Ortalama 7-8 derece olan yol eğimi bazen 10 dereceye kadar çıkarak beni yoruyordu. Zorlu ama bir okadar da keyifli sürüş sonrasında rakımın 1400 metreye çıkyığı Isparta-Afyon sınır çizgisindeki Bozdurmuş Beli zirvesindeydim.
Bu noktada uzunca durarak resimler çektim. Bir taraftanda terli giysilerimi değiştirdim. Daha sonra kendimi keskin kıvrımlarla aşağılara inen yokuşlara salarak 5-6 kilometrelik bir inişle geldiğim Karacaören Köyü’nde mola verip çay içtim. Köylülerlerin meraklı sorularına sabırla cevaplar vermek kolay olmadı. Fakat her şeye rağmen misafiri olduğum bu insanlarla tanışmak en büyük keyfim olmuştur.
Buradan ayrılıp Denizli-Konya yoluna vardığımda rotamı Çay-Bolvadin ve Emirdağ ilçelerini geçmek üzere Eskişehir’e doğru yönelttim. Eğirdir’den sonra küçücük sayılabilecek Karamık Gölü civarında bir bakkal bulmak için yolumun üzerindeki Devederesi Köyü’ne girdim. Havanın kararmasına az kalmıştı. Bu yüzden çadır kurmadan önce erzak tamamlamalıydım. Selamlaştığım köylülerden biri Köy misafirhanesinde kalabileceğimi söyleyince bunu teklif belleyip balıklama atladım.
Babadan kalma vasiyetle tertemiz tuttukları misafirhanede Mustafa Bey ve diğer kardeşlerinin şanslı bir Tanrı misafiriydim bu gecelik… Yer minderleri ve halılarla kaplı bir odanın giriş kapısından önce açık mutfak ve hemen karşısında banyo vardı. Odanın orta yerindeki uzun borulu soba yakıldı. Ortalık çok sıcak olmuştu birden… Ara kapıyı açmak durumunda kaldık. Sarıkeçili Yörüklerinden olduğunu anlattı Mustafa Bey… Ağabeyi Recep Bey “Akşam namazı kılıp yemeği getiririm” diyerek ayrıldı. Kapı önünde bisikletimi gören diğer köylüler de içeri girip “hoş geldin” dediler.
Bir arara iki gün önceki bir Fransız bisikletçinin misafirliğinde ona şarap ikram edildiği anlatıldı. Meğer bizim Yörük Mustafa Abi’miz ev şarabı yaparmış. Üzümü ilaçsız, özel mi özel… Kendi yaptıkları peynirle bir şişe şarap getiriverdi. Diğer köylüleri göstererek alaylı şekilde “Bunlar anlamazlar ağızlarının tadını” dedi. İkişer bardak kırmızı şarabı götürdük Mustafa Bey ile beraber... Biz kendimizce ağızlarının tadını iyi bilenler olarak diğer köylülerin karşısında belki de günah işleyen iki günahkardık.
Üzümler saplarıyla mayalanmış, şarabın rengi kıpkırmızı, cam gibi berrak ... Bizim oraların Kozak şarabını bozacak kalitedeki tadıyla -ne çok mayhoş, ne de çok tatlı- nefisti.
Mustafa’nın büyüğü Emin Ağabey elindeki koca tepsi dolusu yemeklerle geldiğinde biz şarabımızı bitirmiştik. Mustafa Bey de kalkıp kaş göz arası zaman diliminde kocaman bir sini dolusu yemekle döndü. Sofraya dört kişi oturduk. İki ayrı haneden gelen yemeklerin içinde benim için en makbul olanı iki çeşit ev yapımı yoğurt ve pilav üzerinde kavurma yemeği oldu. Açıkçası sofra için beklentim bu kadar yüksek değildi. Günlerdir kuru beslenme sonrası bol bol sebze yemeklerinden yemeyi ihmal etmedim.
Çay soba üzerinde piştiğinden midir, kireçsiz köy suyunun kalitesinden midir bilmiyorum… Bir güzel olmuştu ki, hayatımın unutulmaz lezzetleri arasında yerini aldı. Sabah kahvaltısındaki Afyon kaymağı ve haşhaşlı kaba unla açılmış yufka ekmeği de unutamayacaklarım arasında... Teşekkürler güzel yurdumun güzel insanları… Sizi ve insanlığınızı hiç unutmayacağım.
Kahvaltı, Devederesi Köyü (Afyon)
Çifteler (Eskişehir) 121 km/692km
31 Mart 2015
Dünkü rampaları bugün çıkacak olsam “bana mısın” demezdim… Kaymağın yanında bir kase pekmezin yarısını da götürmüşüm ki, pimi çekilmiş bomba gibi hissediyorum. Sarıkeçili yörüklerinden sevgili Mustafa Ağabeyim'le vedalaşalı ancak bir saati çok az geçmiş olabilir, 25 km yol yapıp Çay ilçesini arkamda bıraktım. Ardından 10 kilometre ilerideki Bolvadin’i geçtim. Afyon kaymağının hası Bolvadin'deymiş... Her yıl düzenlenen kaymak festivalleri olduğunu okumuştum. Ama ben tekrar kaymak yersem taze yoncaya çarpılmış gibi olurum.
Hiç durmadan bastırıp “…bir geçmeyle yol olmaz” türküsüne konu olmuş yurt dışındaki gurbetçi işçileri ile meşhur Emirdağ’ı da geçtim. Artık Eskişehir sınırlarına girmiştim ki, yağmur başladı… Yağmura karşı giyimimi değiştirmek için girdiğim bir benzincide soba başında toplaşan kalabalığın çay davetine katıldım. Bu arada internet üzerinden telefonunu bulduğum Çifteler Öğretmen Evi’ni arayıp fiyat aldım. Bir saat sürmedi çok ucuz bir ücret karşılığı odama yerleştim. Binanın biraz bakımsızlığına karşın temiz olduğunu söyleyebilirim. Gerçi samimi ve sıcak bir karşılama yapan Gürkan Hoca ile tanışmak benim için daha önemliydi.
Odun Pazarı (Eskişehir) 65km/757km
1-2 Nisan 2015
Gürkan Bey ile beraber sabah kahvaltısının ardından bir iki hatıra fotoğrafı çekinip tekrar yollara düştüm. Bu arada dünden beri arka jantımda bir sorunla karşı karşıyaydım. Tellerden biri alüminyum jantımı yırtıp patlatmıştı… Yüzüklü denen yapıda üretilmiş -yani tel başlarındaki vida yuvaları güç takviyeli- olan jantımın artık miadı dolmuş olmal ki, her ne kadar balans ayarı yaptıysam da ayar tutmuyor. Bu sebeple yavaş ve dikkatli olmak zorundaydım.Bisikletimim aşırı dikkatli kullanarak 65 kilometrelik düzgün kalitedeki asfalt yolda hiç zorlanmadanve kazasız belasız Eskişehir’e girdim.
Sanal pazarlaması da olan Çınar Bisiklet bu şehirdeki ilk durağım oldu. Ama maalesef kendilerinde uygun jantı bulamayınca netten stoklarına baktığımız hemen yakınındaki Volkan Bisiklet’e yöneldim. Şimdilik bulabildiğim ucuz bir jantla yetinmek zorundaydım. Birkaç saat şehir merkezinde (Odun Pazarı) dolaşırken genç arkadaşımız Volkan, arka göbe ruble ve tellerimi yeni çemberime geçirerek balans ayarını yaptı. Bisikletim Volkan’ın ellerindeyken ben bu arada ucuz bir “Bitli Palas” bulup otele yerleştim. Akşam üzeri Volkan Bisiklet'ten bisikletimi teslim alarak otele döndüm.
Sabah soğuk ve yağmurlu hava ile karşılaşınca konaklamayı bir gün daha uzattım. Birkaç yıl önceki bir bisiklet turumda son durağım olan bu güzel kenti tanıma fırsatım olmuştu. Bu defa çok daha fazla gezip tanımaya çalıştım.
Odunpazarı (Eskişehir)
Söğüt (Bilecik) 50km/807km
3 Nisan 2015
Yeni taktırdığım janta pek güvenemiyordum. Bazı ağır eşyalarımı öndeki gidon çantasına koydum. Taşımayı gerekli görmediğim yiyeceklerimi tükettim. Arka bagajlar mümkün olduğunca hafif olmalıydı.
Eskişehir Söğüt arası 50 kilometre… Yolun yirmi beşinci kilometresinde sağ yöndeki Söğüt yoluna girip devam ettim. Cam gibi düzgün bir asfalttan yine iri çakıllı soğuk asfalt yola çıkmak pek iç açıcı değil gibi görünse de trafik yoğunluğundan kurtulmuş olmak sevindirici.
Bitki örtüsü birden daha koyu bir yeşile dönüştü. Arada bu muhteşem örtüyü kele çeviren mermer ocakları göz zevkimi bozup içim burksa da harika manzaralar eşliğinde Söğüt’e kadar geldim. Burası küçük şirin bir ilçe… Şehir merkezine girerken küçük döner kavşaktaki Ertuğrul Gazi heykeli ile birkaç poz resim çekip sonra çıkıştaki tepede kuruluş kutlamalarının yapıldığı alana geldim. Burada Osmanlı İmparatorluğu'nun kurucusu Ertuğrul Gazi'nin türbesini gezdikten sonra tekrar merkeze inerek birşeyler atıştırdım.
Buradan sonraki durağım 30 km ilerideki Bilecik... Bu şehirde beni WS’dan bulduğum bisiklet gezgini bir arkadaş misafir edecek. Ertesi sabah İznik’e kadar beraber pedallayacağız. O Bursa ve ben Gölcük yönünü takip edeceğim. Kendisi ile yarın öğleden önce buluşmayı planladığımız için Bilecik’e yaklaşıp bu geceyi çadırda geçirmeye karar vermiştim. Yeniköy'ü karşıma alarak bir tepe başında çadırımı kurdum. Nevalem boldu. Yanlızlıkta bana hiş kimseyi-hiç bir şeyi aratmayan biricik dostum Minik Radyom'un çaldığı sanat müziği eşliğine yediğim güzel bir yemeğin ardından saatlerce çekirdek keyfi yaptım. Gece gök yüzünün dağınık yağmur bulutlarını sonuna kadar tüketen bir yağmur yağdı. Çadırıma vuran yağmur taneciklerinin ninnileri ve ıslanan toprağın derin kokusuyla uyuduğum gecenin sabahında pırpıl pırıl hava ile uyandım.
Yeniköy (Bilecik)
Bilecik Merkez (Bilecik) 30km/837km
4 Nisan 2015
Gece yağmurdan ıslanan çadırım sabah güneşinin pırıltısıyla çabucak kuruyuverdi. Kahvaltımın ardından toparlanıp düştüm yola… Topu 10 kilometrelik bir sürüşten sonra hızlı tren alt geçidine vardım. Buradan başlayan hatırı sayılır rampa tırmanışı ile tepedeki şehir merkezine girmem neredeyse yarım saate yakın bir zaman aldı.
Telefonla haberleştiğim Fikret Bey beni şehir girişindeki rampaların başında bisikletiyle karşıladı. Bir süre pastanede çay içerek sohbet edip bir birbirimizi daha fazla tanımanın ardından uzun bir rampayla konaklayacağım polis evine geldik. Şehri gezmek için bir süre sonra buluşmak üzere anlaşarak ayrıldık. Arkadaş kartla ödeme yaparken göz ucuyla günlük fiyatını öğrendim. Oda parasına göre fazlasıyla mükemmeldi. Önce bir miktar kirli giysi ve bisiklet çantalarımı yıkadım; sonra kendim yıkanıp TV seyrederek istirahat ettim.
Bilecik tepeler üzerine kurulmuş küçük ve sakin bir şehir. Öğleden sonra arkadaşla buluşup önce Eski Bursa Caddesi'nden Pelitözü Göleti'ne padalladık. Şehre çok yakın. Kocaman bir havuz gibi çevresi düzenlenerek piknik ve dinlenme alanları oluşturulmuş. Hafta sonu olduğu için yaz mevsimi olmadığı halde kalabalıktı. Şöyle bir çevresini tavaf edip Edebali Türbesi’ne çıkmak üzere şehrin merkezine geldik.
Şehir koca bir vadiyi sanki bağrına saklamış… Bilmeyen insan görmeden gelir geçer. Dikkat çekmeyen, gösterişsiz dar bir girişle bisikletler elimizde taş merdivenlerden kanyona indik. Şehrin göbeğinde bir kanyon… Demir ayaklar ve korkuluklarla yapılmış dar yürüyüş yolu akan su ile beraber bizi vadinin derinliklerine doğru içine aldı. Bir kilometreyi geçmeyen yürüyüşün nihayetinde suyun on metre kadar yüksekten döküldüğü şelaleye geldik. Şelaleden sonra artık kanyonun sonuna varıldığında hemen tepemizde Edebali Türbesi göründü. Burada kötü olan şey, bisikletlerimizi patika yol ve merdivenlerden tepeye kadar taşımaktı.
Bilecik
Karacakaya-İznik (Bursa) 72km/909km
5 Nisan 2015
Bilecik çıkışımız biraz gecikmeli oldu. Arkadaşım turunun ilk gününde eşyalarını toparlarken karşılaştığı birkaç küçük aksilik üzerine telefon açıp gecikeceğini haber verince ben de bu arada kahvaltı salonunda çay içip bisiklet yolculuğum hakkında yöneltilen meraklı soruları cevapladım.
Atalarımın -mübadele zamanı- Yunanistan’dan geldiklerinde yerleştirildikleri ilçe burası olduğu için ilk durağımız Osmaneli idi. Ayrıca annem ve babam burada evlenip benden büyük olan üç çocuklarını yine burada kucaklarına almışlar. İstanbul’a yerleşmeleri 1955 yılından sonra gerçekleşmiş, ben ve benim küçüğüm olan erkek kardeşim orada dünyaya gelmişiz. Kısacası en az otuz yıl önce sadece bir kez askerlik kağıdımı almak için geldiğim Osmaneli’ni görmeden geçemezdim.
İlçeye girişte önce en büyük ablamızın okuduğu Balaban İlkokulu’nun resmini çektim. Daha sonra babamı tanıyan yaşlı bir amca ile tanışıp onun rehberliğinde bizimkilerin oturduğu evi bulduk. Bize akraba olan bazı kişilerle sohbet edip resimler çektik. Osmaneli’nden ayrılırken sevinç ve hüzün karışımı bir duygu sersemliği yaşıyordum.
İznik yolunda yokuşlar başladı. Uzun süre yeşilin hakim olduğu sessiz ve sakin trafikle bolca rampa tırmandık. Rampaların bitiminden sonra Adapazarı-İznik Yolu düz, ama çok tehlikeli ölçüde dardı. Ayrıca bozuk asfalt yüzünden aşırı vibrasyona maruz kaldık.
İznik surlarla çevrili gerçek bir antik kent… Dört giriş kapısı var. Bunların en önemlisi İstanbul Kapısı… Müze tadilat dolayısıyla kapalıydı. Yeşil Cami muhteşem çiniler sahip… Ayasofya Cami (Orhan Cami) ise dört duvardan oluşan bir kilisenin camiye çevrilmiş hali… Şehre doğalgaz gelmiş. Her taraf kazılmış durumda ve doğalgaz yanında diğer altyapı hizmetleriyle beraber kapsamlı bir çalışma vardı. Şehri gezerken toz toprak içinde kaldık.
Müze civarında bir İsviçreli bisikletçi gezgin ile tanıştık. Michael tamamladığı fizik eğitiminin ardından hayata başlamadan önce kendisine bir buçuk yıllık bir zaman ayırıp bu süre içinde Çin'e kadar gitmeyi hedeflemiş. Uzunca süre almanca sohbet ettik. Ayrılırken kendisine şans dileyip Yeşil Cami önünde bir hatıra fotoğrafı çektirdik.
Kamp için yarın aynı yolu geri dönmek pahasına 7 kilometre daha pedallayarak Karacakaya bölgesine geldik. Fikret Bey'in bir arkasdaşının aracılığ ile Konaklayacağımız işletmenin adı, Orallar Restoran ve Konaklama Tesisleri… En az dört-beş kişinin rahatlıkla kalabileceği boyutta, ısıtmalı, içinde mutfak ve Wc&Banyo olan odaların gecelik fiyatı 75 TL... Biz tanıdık olma vesilesiyle çadırlarımızda ücretsiz kalarak Wc ve elektrik kullanarak kaldık.
İstanbulkapı,İznik (Bursa)
İznik (Bursa)
Yeşil Cami,İznik (Bursa)
Keramet Köyü-Orhangazi(Bursa) 51 km/960km
6 Nisan 2015
Gece kamp ocağında pişirdiğimiz mantı biraz çiğ kalmış ve mideme oturmuştu. Sabah kahvaltısı için pek açlık hissetmiyordum. Çok hafif yemekle geçiştirip üzerine birkaç bardak çay içtik. Bu arada Gölcük’te oturan Metin arkadaşımız ziyaretimize geldi. Çevre hakkında verdiği bilgilerle rotalarımızı değiştirdik. Fikret Bey ile bir gün daha pedallayacaktık. Metin arkadaşımızın tavsiyesi ile ilk hedefimiz Gölün doğu yakasındaki Keramet Köyü kaplıcalarıydı.
İznik merkezine kadar 7 kilometre gelip şehri tam anlamıyla bir kez daha gezip tanımaya çalıştık. Dün gece göremediğimiz diğer kapılarını da böylece görmüş olduk. Sonra bir iki alışverişin ardından yola koyulduk. Amacımız bugün içinde İznik Gölü’nü geçerek önce 27 kilometre ilerimizdeki Keramet Köyü’nün doğal açık kaplıca havuzunda yüzmek, sonra Orhangazi’ye ulaşıp burada konaklamaktı. Yarın ise farklı rotalara devam etmek üzere vedalaşacaktık.
Öğleden sonra varabildiğimiz Keramet Köyü Kaplıcası’nda yerden kaynayan suyun ısısı çok yüksek değildi. Ben aşırı sıcağı sevmediğim için bu durumdan memnundum. Etrafı doğal taşlarla çevrilmiş ve dibine çakıl döşenmiş bu açık doğal havuzda havanın yağışlı olmasına rağmen keyifle yüzdük.
Suyun analizini yapıp bilgileri sergilemeyi akıl etmemişler. Görevlilere sorduğumuzda kulaktan dolma gibi değerlendirdiğimiz bilgiler verdiler. Buranın bu zamana kadar ilgisiz kaldığını onlar da itiraf ettiler. Yakında bir proje inşaatına başlanacakmış. Bu defa da çevredeki bugünkü doğallığın korunup korunmayacağı hakkında kuşkuya düştük.
Belediyenin işlettiğini öğrendiğimiz kaplıca sabaha kadar açıkmış. Kişi başına sadece 3 TL gibi sembolik bir giriş ücreti var. Burada çadır kurmak mümkün. Çadır başına ücret elektrik alırsanız 25 TL, almazsanız 20 TL… Çadırda kalacak insan sayısı dikkate alınmıyor. Bir ara burada konaklamayı düşünmüştük, ama vaz geçtik. Çünkü bugün henüz ciddi bir şekilde yol yapamamıştık. Gittikçe şiddetlenen yağmura rağmen yola devam edip Orhangazi’ye vardık.
Bu ilçeye girdiğimizde hava kararmıştı. Aşırı yağmur yüzünden alış veriş için bile duramadık. Yanımızdaki nevalerimizle yetinmek üzere gölün kıyısındaki spor tesislerinin de olduğu belediye piknik alanında bir mescitte konakladık.
Keramet Köyü Ilıcası,İznik (Bursa)
Orhangazi (Bursa)
Gölcük (Kocaeli) 79km/1.039 km
7 Nisan 2015
Sabah yol arkadaşımla vedalaşma saatimiz dokuzdu. Yağmur altında ve yoğun trafikte pedallamak kolay olmuyordu. Gün içinde Körfezin ucuna kadar ulaşabilmek istiyordum, ama sıklıkla devam eden aşırı yağmur buna izin vermedi. Çok fazla rampa olmadığı halde sadece 80 kilometrelik bir sürüşle ancak Gölcük Yeniköy’deki Yaz Ilıcası denen bölgeye ulaşıp çadırımı kurdum.
Kamp yerim bir sitenin kamelyası oldu. Genel olarak şehir merkezlerinde kamp kurmak hiç bir zaman elverişli değildir. Bu gece maalesef turumun kabus gecesi oldu. Sabaha kadar köpek ve araç gürültüsü ile uyumaya çalıştım.
Kandıra (Kocaeli) 61km/1.100 km
8-9 Nisan 2015
İzmit'ten sonraki 45 kilometrenin ilk 20 kilometresi ciddi boyutta dağ yollarından oluşuyordu. Bölgedeki meşhur cezaevini geçtikten sonra bir süre rampa indim ve tekrar tırmanmalar başladı. Yol kalitesi düzgün olduğu için sıkıntı yaratmadı. Aralıklı yağmur, soğuk ve rampalara rağmen tahmin ettiğimden daha kısa sürede varıp Kandıra’yı seyredebileceğim son rampadaki petrol istasyonuna girdim. Çantalarımı ve bisikletimi yıkayıp çamurdan arındım. Sonra içeride soba başındaki insanlarla muhabbet ettim. Bu arada bir yandan ısındım, hem de terli giysilerimi kuruttum. Sohbete katılan petrol istasyonu çalışanlarının yanında mahallenin eski muhtarı da vardı. Bölge hakkında tüm sorularıma cevap alabildim. En çok hayıflandığı şey ise arazi satışının ve emlakçıların çokluğuydu. Herkes yerli insanların aşırı boyutta toprak satıp ellerinde arazi kalmamasından rahatsızdılar.
Kandıra, coğrafyasıyla artık Karadeniz bölgesine girdiğim hissini verirken sanki biraz Trakya'yı da çağırıştırıyordu. Şimdilerde pek kullanılmasa da bölgeye özgü bir şive kullanıldığını öğrendim muhtardan… Bu arada telefonum çaldı. Arayan kişi, CS’den evinde misafir olma teklifimi kabul eden Hikmet Bey idi. Pazar yerinde beni bekliyormuş...
On dakikalık bir inişle ulaştığım pazar yerinde Hikmet Bey ile buluştuk. Bisikletimi onun aracına yükleyip daha sonra beraberce alış veriş yaptık. Dışarıdan gelen her ürün aşırı pahallı iken, burada üretilen –özellikle- hayvansal ürünler oldukça ucuzdu. Tabi ki 15 TL ödeyerek satın aldığımız bu bölgeye özgü manda yoğurdu için bu söylenemez. Eskisi kadar üretimin olmaması ve mandaların diğer ineklere oranla daha az miktarda süt vermesi bu pahallılığın sebeplerindenmiş.
Hikmet Bey yüzlerce önemli projeye imza atmış uçuk bir makine mühendisi. Uçuk dememdeki sebep onun aşırı ölçüde dahi olması. Bu adam daha erken dünyaya gelseydi sanki atomun çekirdeğini ilk patlatan o olurdu. Çok yer görmüş gezmiş, yabancı dili olan, şirket sahibi, iyi para kazanmış ve harcamış farklı bir insan. Diğer kardeşlerin ilgisiz kaldığı yaşlı yatalak annesine özenle bakıyor…
İki gün misafiri olduğum bu insan beni fırsat buldukça arabasıyla gezdirdi. Bisikletle girip çıkmanın çok zor olduğu koylara ve Kerpe’deki şu meşhur Kartalkaya ile Pembekayalar’a gittik. Çok güzel resimler çektik, her girdiğimiz sahil kahvesinde çay içtik. Umarım bu güzel insanla yollarımız tekrar kesişir.
Kandıra Yolu,Yassıbağ (Kocaeli)
Kandıra (Kocaeli)
Kartalkayalar,Kerpe (Kocaeli)
Pembekayalar,Kefken (Kocaeli)
Karasu(Sakarya) 60km/1.160km
10 Nisan 2015
İki gün süren kuvvetli yağışlardan sonraHikmet Bey ile çarşı meydanında vedalaştığım son derece açık parlak bir havada yola çıktım. Ön tekerlek havası bisikletin uzun süre yatmasından olsa gerek, biraz hava eksilmişti. İlk benzincide hava basıp yedek sularımı doldurdum.
Uzun süre rampalarla boğuşmama rağmen çok zevkli geçen yolculuğumun ardından Karasu’daki Sakarya Nehri’nin Karadeniz ile kucaklaştığı noktaya vardığımda artık hava kararmaktaydı. Daha öncesinde Acarlar Loncası’nı geçip bir kaç resim çekmiştim. Orası da doğa harikası bir yerdi. Bugünlük daha fazla ileriye gidemeyecektim. Nehir boyunda resimler çektikten sonra kahvelerden birinde oturdum. Çadır için bulduğum yer nehir boyunda, denizden biraz daha içerilerdeydi. Bu bölgeyi bana öneren yolda karşılaştığım gençler oldu. Bu arada çevrede geceleri çakalların gezdiğini, insanlara pek yaklaşamadıklarını, fakat dışarıda yiyecek bırakırsam bunun tehlikeli olabileceğini söyleyip uyardılar.
Hikmet Bey ile Kandıra sahillerini gezerken de bir çakalla karşılaştığımızı hatırladım. O bölgede ormancıların çok sayıda ağaç kesimi yaptığı için hayvanların daha fazla görünür olduğundan bahsetmişti. Barındıkları alanlar insanlarca talan edildiğinden hayvanlar bu kışı oldukça huzursuz geçirmişler.
Paşalar (Düzce)
Ereğli (Zonguldak) 86km/1.246km
11-12 Nisan 2015
Kandıra’dan sonra önüme çıkan pek çok tepe köyler olmuştu. Buralarda yavaş yavaş bitki örtüsünün değiştiği farkediliyordu. Köylerde sohbet ettiğim insanlar gittikçe lazlaştılar. Özellikle Trabzon’dan gelip buralara yerleşenlerle de karşılaştım. Arada Batı Trakya kökenli olan muhacırlar da vardı.
Karasu’dan sonra fındık ağaçları başladı. Dağ taş fındık denilecek kadar çoktu. Her arazide tarlasına bakım yapan insanlarla karşılaştım. Trafik yoğunluğunun hiç olmadığı, bakımlı fındık tarlaları ile buğday ekilmiş geniş arazilerin içinden geçtim saatlerce… Arada çok dik yokuşlar tırmandım. Bunların bir de süzülürcesine inişleri vardı. Hava harika güzeldi. Bazen yeşillikler ardında Karadeniz’in maviliği ile de birleşen manzaralarla karşılaştığım oluyordu. Kimi zaman da yollar beni daha iç kesimlerdeki köylerin içine çekiyor ve mavilik uzun süre gözden kayboluyordu.
Ereğli’ye kadar en özellikli köy olarak hafızam ve fotoğraf kayıtlarımda kalan köy Paşalar oldu. Köyde çok sayıda tarihi ahşap evler var. Bu bölge sit alanı olarak korunuyor. Yeni bina neredeyse hiç yok… İstenirse biraz tadilatla turizme kazandırılır.
Dere tepe köylerden sonra Düzce il sınırları içindeki Alçakoca’ya vardım. Bir şeyler atıştırmak üzere durduğum restoran işletmecisiyle kanka olduk. Tabelasındaki isimle kendi adı aynı: Bolulu Hasan Usta... Komşusu Tarkan ile de tanıştım. Ereğli’de yine CS’den bulduğum bir ailenin misafiri olacaktım. Yani bekleyenim vardı. Marketi işleten Tarkan Bey, misafiri olacağım Mustafa Bey’in arkadaşı çıktı. Uzun süren yemek molasından sonra tekrar görüşebilmek temennisi ile ayrılıp devam ettim.
Ereğli’ye yaklaştığımda modern tüneller başladı. Kenar çizgisinden sonra yarım metreye yakın yan yol vardı. Tünellerin aydınlatmaları da çok iyiydi. Onlarca birleşik tünelden geçerken pek fazla sıkıntı yaşamadım. İlk gurup birleşik tünellerden sonra ikinci bir grup daha başladı. Birinden çıkıp -aradaki 15-20 metrelik açık vadi yoldan sonra- diğer tepeliğin tüneline giriliyor. Tünellerden bazıları en az bir kilometre…
Alaplı’dan sonra kilometrelerce karşıda görünen Ereğli ilçesine varmak üzereydim. Misafirlik öncesi her zaman yaptığım gibi bir benzin istasyonda bisikletimi ve çantalarımı yıkadım. Tarkan arkadaşımızdan edindiğim tarifle ev sahibim Mustafa Bey’in işyerini kolayca buldum. Ailecek oradaydılar. Çok sıcak bir karşılama sonrası gerekli eşyalarımı Mustafa Bey'in aracına alıp bisikletimi iş yerinde bıraktıktan sonra hemen yemeğe çıktık.
Mükemmel bir aile ile gayet mütevazi bir yerde çok lezzetli yemekler yedikten sonra eve döndük. Henüz bir iki saatlik tanışmamız benim için sanki bir iki asırlık gibiydi. Gece boyunca uyumlu sohbetimiz bizi daha da yakınlaştırmış olmalı ki, sabah kendi evimde uyanmış gibi hissettim.
Günlerden pazardı. İkinci günümde ev sahibim Akın Ailesi ile akşama kadar Ereğli’yi gezdik. Aracın arka bölmesinde taşıdığımız iki tane de köpeğimiz vardı. Onlarda küçük kızımız Lara ile kırlarda koşturup durdular. Önce Liman içini gezdik. Ardından Kestaneci Köyü sırtlarında Mustafa Bey’in arıcılık yapan bir arkadaşının bahçesinde oturup ilçenin kuşbakışı görünümünü seyrettik. Akşama doğru ise çok dik bir yoldan Köseağzı Koyu’na indik.
Ereğli, demir-çelik işletmesiyle çok büyük ticari potansiyele sahip bir ilçe... Mustafa Bey bu işletmelerde 6-7 bin çalışandan söz etti… Bu sayının içinde yüzlerce mühendis ve üst düzey eğitim görmüş işletme kadrosu da var. Aldıkları yüksek ücretler bu ilçedeki ticari harekete katkı sağlıyor. Bence burası Karadeniz’in il olmayı hak eden en önemli bölgesi…
Ereğli-Zonguldak Yolu (Zonguldak)
Zonguldak Merkez (Zonguldak) 50km/1.296km
13 Nisan 2015
Sabah geç kahvaltı sonrası sıcak çayların ardı arkası kesilmedi. Ev sahiplerimin sohbetleri de bir okadar sıcak olunca neredeyse öğlen saatlerine kadar oturduk. Bu güzel insanlarla vedalaşıp yola koyulduğumda saat on ikiyi geçiyordu.
Ereğli’den Zonguldak’a giderken Batı Karadeniz’in gittikçe sertleşen sarp yolları ile tanışmış oldum. Uzun tırmanışlarla geçen 45 kilometrelik yolculuğumu hiç mola vermeden dört buçuk saatte tamamladım. Mustafa Bey’in telefonla görüştüğü bir yakınının Kozlu’daki evinde konaklayacaktım. Misafir olacağım evi bulmam pek zor olmadı.
Genç ev sahibimle çok kısa süreli sohbet ettik. O da işten gelmişti ve yorgundu. Sadece bir-iki saatlik muhabbetten sonra uykuya çekildim.
Sabah erken saatte çıkmıştı. Tek başıma yaptığım kahvaltıda günlerdir içimin çektiği şeyi yedim, yağda yumurta... Yemek sonrası bulaşığımı yıkayıp kendi dağınıklığımı düzenleyerek evden çıktım.
Saat dokuz civarı Zonguldak şehir merkezindeydim. Türkiye’nin büyük illerini iyi tanıyan biri olarak bu kent nedense gözüme çok küçük geldi. Önce birikmiş banka işlerimi hallettim. Daha sonra şehri gezip keyfini çıkarmaya çalıştım.
Zonguldak
Çömlekçi Köyü (Çaycuma-Zonguldak) 44 km/1.340 km
14 Nisan 2015
Yine CS’den beni misafirliğe kabul eden bir ailede konaklamak üzere Çömlekçi Köyü’ne sürdüm bugün… İnternet ortamında incelediğim bu köyü çok beğenmiştim. Ev sahibim genç İngilizce öğretmeni Gültekin Bey babasının tenekede çok leziz tavuk pişirdiğini yazmıştı. Gerçekten de modern köy evinin bahçesinde pişirilen tavuklar ve evin hanımının yemekleri çok nefisti…
Zonguldak çıkışımda şehir merkezi içinden tepelere sararak deniz kıyısından Filyos yolunu takip ettim. Yolculuğumun ilk kilometreleri çok dik rampalar ve yoğun trafik nedeniyle zor oldu. Yokuşa tırmanma sırasında dar yolda önüme geçip yolcu almak veya indirmek üzere duran minibüsler yüzünden defalarca durmak zorunda kaldım.
Bisiklet kullanmak fiziksel kuvvete ek olarak zeka da gerektiriyor. Kendinize uygun bazı taktikler edinmelisiniz. Eğer yüksek kadans yerine düşük devirde sert (ağır) vites kullanıyorsanız hızınızı kesen bir etken sizi durmak zorunda bırakıyor. Vites kombinasyonunuz yüksekse çok dik rampalarda yüklü bir bisikleti tekrar sürüşe sokmak çok zor. Ben kadansımı arttırmak için önce yana doğru sürerek rahatça vites değiştiriyorum. Daha sonra yüksek kadansla tekrar yokuşa sarmaya başlıyorum. Sitilim bu…
Zonguldak çıkışımı her ne kadar zorlu bir sürüşle yaptığımı söylesem de verdiği manzaraların buna değeceğini söylemeliyim. Ayrıca meraklısı için Filyos Antik Kenti de görülmeye değer.
Tenekede Tavuk,Çömlekçi-Çaycuma (Zonguldak)
Amasra (Bartın) 60km/1.400 km
15 Nisan 2015
Çantalarım kapı önünde hazırdı. Sabah geç kahvaltı sonrası evin anne ve babasıyla vedalaşıp yanımda Gültekin Hoca, beraber yola koyulduk. O, dün beni yolda karşılarken kullandığı bisikletle yolcu edecekti. Bartın-Ankara yoluna kadar beraber sürdük. Ayrılırken bir birimize kırk yıllık dostlar gibi sarılmıştık. Bana yollarla ilgili son tavsiyelerde bulundu. Birkaç veda resmi çekip, ayrıldık.
Bartın’a kadar hiç yokuş görmeden sakin bir sürüşle geldim. Bartın’dan sonra rampalar başladı. Fakat öylesine güzel öylesine huzurlu bir doğa vardı ki, Küre dağlarının coğrafi etkisiyle sanki yeşilin rengi bile değişti. Çoğu zaman yanımda bir akarsu ile uzun yeşil vadilerin içinde pedalladım. Fazla yoğun trafik olmadığı için dakikalarca tek başıma kaldığım anlar oldu. Bu sessizliğin içinde tek tük geçen araçlardan başka sadece kendi başlarına otlayan büyükbaş hayvanlarla karşılaştım.
Amasra, Bartın ilinin 16 km kuzeyinde Karadeniz sahilinde sevimli turistik bir ilçe… Girişi doğu ve batı olmak üzere iki yönden. Ben açılan yeni tünellerle daha kısa olan batı girişi yerine eski yolu -yani doğu yakasını- tercih ettim. Bunu yapmakla akıllıca davranmışım. Belki son anda uzunca bir rampa tırmanmak zorunda kaldım, ama tepeden kuşbakışı ile Amasra’nın o muhteşem manzarasını görmek şansını yakalamıştım.
Turizm haftası etkinlikleri kapsamında ilçe meydanında amatör genç grupların verdiği müzik konseri vardı. İzleyiciler içinde yabancı turistler de bulunuyordu. Bu eski Ceneviz kentini en gözde yer olan Amasra Kalesi’nden başlayarak hava kararana kadar gezdim.
Konaklamak için yeni limanın tüm manzarasına hakim bir tepede çadırımı kurmaya geldiğimde saat gecenin on birini gösteriyordu. Burasını aşağı inerken gün ışığında belleyip gözüme kestirmiştim. Çevreden görünebilecek yer değildi. Yine de el lambası kullanmadan çadırımı kurup tek bir bira eşliğinde kabak çekirdeği keyfi yaptım. Aşağıdaki konser alanından halen müziğin sesi geliyordu. Yarım bıraktığım konser gece yarısına kadar devam etti. Sonra uykuya dalmışım. Milyonlarca yıldızın altında keyifli harika bir gece olmuştu.
Amasya ( Bartın)
Cide (Kastamonu) 75km/1.475km+125km (Köylere giriş-çıkış)
16 Nisan 2015
Amasra içinden tepedeki Sinop yoluna çıkmak başlı başına bir eziyet gibi görünse de ben formumdayım. Rahatça ve keyif alarak tırmandım. Daha sonra başlayan yokuşlar biraz yorucuydu açıkçası… Bazı bölgelerde bisiklet kullanmak için peşinen pek çok zorluğu göze almak gerekiyor. Batı Karadeniz de bu zorlu bölgelerden biri…
Yolun 45.inci kilometresindeki Kurucaşile ilçesine kadar geçen zorlu etap daha sonra girdiğim Kastamonu il sınırında daha da zorlaştı. Bu noktadan sonra çam ağaçlarıyla değişen bir bitki örtüsü başlamıştı. Küre Dağları her tırmandığım yolun sonunda bitecekmiş gibi görünmesine rağmen tekrar kıvrılıp yeni bir rampa ile beni zirvelerine doğru çekmişti. Fakat her zirvesinde harika manzaralarla ödüllendiriyordu. Sarp uçurumların altında sürekli -sanki- saklanmış küçük koylar ve ince kumlu plajlar görüyordum.
Bisikletle seyahat etmenin avantajı, uzun süre içinde kaldığınız için çevredeki manzaranın en küçük ayrıntısını kaçırmamaktır. Ayrıca istediğinizde durarak doğaya dokunmaya, rüzgarını ve güneşini hissetmeye, kokusunu almaya, dokunmaya, dağ çeşmelerinin suyunu tatmaya imkan buluyorsunuz.
Bir süre sonra Cide sahilleri görünür olmuştu. Öncesinde meşhur Gelidos Koyu’nun doyumsuzluğunu yaşadım. Koya inmesem de yukarısında bir elma yeme süresince oturup mola verdim. Bu arada resimler çektim. Artık yol tepelerden inerek alçalmaya başlamıştı. Uzunca bir süre inişler ve deniz seviyesi düzlüğünde devam ettim. En nihayetinde devasa uzunluktaki geniş Cide plajları eşliğinde şehrin içine girdim. Artık Karadeniz kıyısında Kastamonu ilinin en geniş plajlarına sahip olan turizm ilçesi Cide’deydim.
Geceyi plajdaki dalgakıranların birinde çimler üzerine kurduğum çadırımda geçirdim. Bu gece de Amasra’daki gibi çok güzel bir hava vardı. Gökyüzündeki on binlerce yıldızın altında, sakin denizin içine uzanmış bir kara parçasının en ucundaydım. Geç saatlere kadar oturup kendimi dinledim. Yarın için yola devam etmemek fikri düşmüştü aklıma… Buna yarın sabah karar vermek üzere dalmışım.
* * *
[OTOBÜSLE DÖNÜŞ]
Cide(Kastamonu)-İzmir
17-18 Nisan 2015
Sabah erken uyanıp çadırımı topladım. Bunu her zaman kendim yaptığım halde sadece muhabbet olsun düşüncesiyle bisikletçiye girip patlak yedek lastiklerimi tamire verdim. Bisikletçi İbrahim Bey bisiklet gezginliğine olan hayranlığından söz ederek lafa başladı. Ben ise yolun buradan sonraki bölümüne getirdim konuyu… Bana göre Cide’den sonra Sinop’a kadar görebileceğim pek bir şey yoktu. Bisikletçi arkadaşımız da bunu onayladı. Üstelik Ereğli’den buraya kadar olandan çok daha kötüymüş önümdeki yollar…
Daha sonra bir çay ocağında oturdum. Sabah çaylarımı uzunca sohbet ettiğimiz ilçenin kadastro müdürü bir bey ısmarladı. Biraz siyaset konuştuk. Malum, ülkenin durumu ve geleceği kakında her birimiz iyi fikir sahibiyizdir… Sonra konuyu buradan Sinop’a olan yol durumuna getirdim. Yine aynı olumsuzluk… Müdür Bey, devletin yıllardır Karadeniz’i turizme açmaktan söz ettiğini, ama bunun için henüz hiçbir şey yapılmadığını anlattı. Çevrede yirmi yıldır devam eden tünel ve yol inşaatlarının göstermelik olduğunu söyledi. Ona göre bölgenin durumu doğunun bile gerisindeymiş.
Benim planımda var olan yol buradan öteye gitmeyecekti. Turumu burada bitirip geri dönmek kararım artık kesinleşti. Hiç zaman kaybetmeden otobüs firmalarının bulunduğu meydana yürüdüm. Buradan sadece İstanbul’a direkt kalkan otobüsler vardı. Başka iller için önce minibüsle Bartın veya Kastamonu şehirlerine gitmek gerekiyormuş. Bisikletim, arka tekerleğini sökmediğim için oldukça yer kaplıyor. Bu durumda kocaman bir bisiklet çantası ile 35-40 kiloluk diğer eşyalarımla beraber minibüslere binemezdim. İzmit’e kadar gidip oradan aktarma yapmak üzere İstanbul otobüsüne bindim. Yirmi saat süren yolculuk sonunda evimdeydim…
Ne demişler: “Evim, evim… Güzel evim!” …
Yorumlar -
Yorum Yaz