Bisikletle BATI TRAKYA RODOP'LAR TURU (Yunanistan,Bulgaristan) 800km
Bisikletle BATI TRAKYA RODOP'LAR TURU (Yunanistan&Bulgaristan) 14 Şubat 2015 Bugün sevgililer günü… İzmir’deki aşkımdan uzaktayım. O’nu telefonla kutladım. Birkaç gündür Ören’deki evde yalnız ve hapis edilmiş gibiydim. Bugüne kadar yağmurların durmasını beklemiştim. Nihayet güneşi görüp bastım pedala… Kaz dağlarının o daracık ve tek şeritli .oktan yokuşlarını tırmanmak yerine, Küçükkuyu’dan sahil yoluna girip Asos üzerinden Ayvacık rotasını tercih ettim. Evimin kapısından 130-135 kilometre olan Çanakkale mesafesini 155 kilometreye çıkarmış olsam da yolculuğum keyifliydi. Bu arada Asos yokuşu ve sonrasında Ayvacık’a kadar devam eden yüzde 10 derecelik eğimli rampaları tırmanmanın E87 karayolunun Kazdağları rampalarını çıkmaktn daha zor olduğunu söylemeliyim; ama trafiksiz olduğu için daha keyifli ve emniyetli… 15 Şubat 2015 Dün gecemi Ayvacık Bölge Trafik Amirliği’nin birkaç kilometre ilerisindeki bir benzin istasyonunda geçirdim. Çadır alanım istasyonun hemen yanındaki bir hayvan çiftliğinin otlak yeriydi. Koyunların her gün yayılıp traş ettiği geniş bir yeşil alanın ortasında, kuru ağaç altında çadır kurdum. Yakınlardan yeni doğmuş köpek yavrularının seslerini duyuyordum. Gece yarısı yavruların annesi geldi. Çadırın yanına kadar yaklaşıp cesaretsizce havladı. Çocuklarına zarar verebileceğimden endişeliydi. El lambasını gözüne tuttuğumda hemen korkup kaçtı. Sabah anneleri yokken gözleri yeni açılmış yavrulara yaklaşıp yanımdaki yarım kavanoz sütlaçla onları besledim. Tarçınlı olmasına rağmen deli gibi saldırdılar. Dün evden biraz geç saatte çıkmıştım. Böyle olduğu halde 90 kilometre gibi azımsanmayacak yol kat etmişim. Sabah köpeklerin başından ayrıldığımda saat sekiz buçuktu. Havada zaman zaman yağmur olması yolculuğumu zorlaştırsa da öğlene kadar Çanakkale’ye ulaştım. Burada güzel bir yemek sonrası çay içmek için arkadaş ziyareti yaptım. Aynalı Çarşı yanındaki kafede saat 16.30’a kadar oturup daha sonra feribotla karşıya-Eceabat’a- geçtim. Feribot ücreti sadece 3 TL, bisiklet için ödeme yok. Hava kararana kadar bastırıp Burhanlı’ya varmadan boğaz manzaralı bir zeytinlikte çadırımı kurdum. Yemek öncesi Eceabat’tan aldığım tek bir kutu ekstra bira ve çekirdek ile keyif yaparak Boğazda süzülen dev gemileri seyrettim. Bugün tembellik günümdü…
Çanakkale Boğazı-Eceabat, Çanakkale
16 Şubat 2015 Sabah kalktığımda güneşli ama soğuk bir hava ile karşılaştım. Türkiye Rusya üzerinden soğuk ve kar getirecek bir havanın etkisine girecekti. Giyimim oldukça sağlam. Zaten yazın çalışmak zorunda olmamdan ötürü sadece bahar ve kış aylarında bisiklet turuna çıkabildiğim için bu mevsimlere uygun donanımdayım. Ayrıca yaşıma rağmen fizik olarak da soğuklara karşı dayanıklılığım var. Umarım sağlık sorunum çıkmadan yıllarca bisiklete binmek kısmet olur. Allah’ımdan ilk istediğim şey bu… Gayet rahat bir şekilde Bolayır’ı geçtim. Koru dağlarına tırmanışım sırasında terledim. Lahana kabuklarını soyarmışçasına üzerimden birkaç kat termal giysi çıkarttım. Fakat rampaların en zirvesinden Keşan göründüğünde yağmur başladı. Bu yolu daha öce de bisikletle geçmiştim. Evreşe yol ayrımından sonra artık Keşan’a gelmiş gibi hissediyorsunuz. Altı üstü 30-35 kilometre yol… Ama kardeşim, bitmiyor meret yol… Ve hatta Bahçeköy’desiniz, sadece 10 kilometre kalmış. Yağmur iyice insafsızlaşıyor. Bir yandan hava kararıyor. Keşan’ın ışık denizi karşınızda, ama bir türlü varamıyorsunuz. Bazı yerler, bazı yollar bunu hissettiriyor. Benim için burası da böyle bir yer. Keşan’ı çok seviyorum. Bu yolu kullandığımda Keşan’a vardıysam, artık doğduğum şehir İstanbul’a ulaşmışım gibi sayarım kendimi. Benim için, karayolu ile Avrupa’ya çıkışlarımda geniş özgürlüklere açılan heyecanlı bir kapıdır burası…
Edirne Yolu-Ezine, Çanakkale 17-18 Şubat 2015 Keşan’da geceyi şehrin dışı sayılabilecek belediye parkında, ahşap bir kamelyada geçirdim. Sabah biraz alış verişten sonra Yunanistan’a girmek üzere İpsala yönüne pedalladım. Kuzeyden esen fırtına hızında rüzgar sürüşe izin vermiyordu. Tırmanışlarda pedal ağırlaşıyor, en yüksek kadanslarda bile aşırı güç uygulamak zorunda kalıyordum. Nerdeyse vites sayısı yetmiyordu. İnişlerde ise rüzgar yola doğru savuruyor ve gidon hakimiyetini zorluyordu. Oldukça tehlikeli bir sürüşle 30 kilometrelik yolu dört saatte zor yapabildim. Bu durumda Yunanistan’a geçmek yerine İpsala’da konaklamaya karar vermiştim. Kararlılıkla ilçenin içine doğru sürdüm.Bir kahvede oturup saatlerce gazete okuyarak ısındıktan sonra tavsiye üzerine Belediye mülkiyetindeki özel işletme olan Sebat Otel’e yerleştim. Kışın alt katını öğrencilere yurt olarak kullandırıyorlar. Fiyat çok makul, sadece yirmi lira… Banyo ve tuvaletler koridorda ortak kullanımlı. Sıcak suyu bol… İnternet bağlantısı var. Eh, bu fiyata daha ne olsun. Yanından geçtiğimiz halde içine hiç girmediğimiz bu küçük ilçede yemek fiyatları da ucuz. Fırtına izin vermeyince bir gece daha konaklamak zorunda kaldım. Otelci Erhan Bey konuşmayı seven biri, ara sıra lobide televizyon seyredip sohbetle zaman geçirdik. Akşamları sokağa çıkmak neredeyse imkansız denecek kadar soğuk ve rüzgarlıydı. Yarın fırtınanın dinmesi bekleniyor. İki gündür 70-80 km ile esen rüzgar hızı 20 kilometreye düşecek. İki gündür tıkılı kaldığım bu delikten nihayet çıkacağım. Komotini (Gümülcine)’de netten tanıştığım Türk Azınlık okulunda öğretmenlik yapan bir arkadaşa misafir olacağım. Gümülcine ile arası 50 km mesafede olan İskeçe (Xanthi)’de 22 Şubat Pazar günü yapılacak karnaval yürüyüşüne yetişmiş olmalıyım. Bunun için önümde daha üç gün var. Ben Perşembe günü (yarın) yola çıkıp, 20 Şubat Cuma öğleni Ahmet Hoca’nın okulunda olmayı planlıyorum. Zaten mesafe fazla değil. Sınırı geçtikten sonra Yunanistan’ın ilk büyük yerleşimi Dedeağaç (Alexandraupolis) 52 km, oradan da Gümülcine 66 km…Önümde bir buçuk gün için toplam 118 km yol var. DEDEAĞAÇ/ALEXANDRAUPOLİS (Yunanistan) 19 Şubat 2015 Sınır geçişinde 15 TL ödeyerek 1 numaralı kabinde çalışan bayan memurdan yurtdışı çıkış harç pulumu satın aldım. Neyseki burada pulu pasaporta yapıştırmıyorlar. Şu parayı almasalar ne olur ki? Dünya kalem vergi götürüyorsunuz, 15 liraya mı kaldınız? Kirlettiğiniz pasaportun yaprakları daha pahalı... Yani buna değer mi ki? Sınır binamız fena değil. Fakat yol durumumuz Yunanistan’a göre berbat… Ayrıca trafik işaretleri, o tabelalar kırık dökük ve de çamur içinde. Her biri magandaların mermi manyağı olmuş durumda. Çöp durumu da başka bir tezat. Yol boyunca uçuşan poşetlerin binlercesi bazı arazilerin çitlerine yapışmış, Telli Baba Türbesi gibi çöplük içinde…
İpsala Sınır Kapısı-İpsala,Edirne
Gümrükte sıra bekleyen Türk tır şöförleri mutsuz. Mesai saati dışında nöbetçi doktorun olmadığından şikayet eden biri isyan ediyor. Tarım ürünlerinin taşınmasında gerekli olan bir belgeyi almak için sabaha kadar doktorun mesai saatini beklemiş adam… Araba pamuk yüklü.Gece bu işi yapacak bir nöbetçi bulundurulamaz mı diye köpürüyor. Bence birilerinin umursadığı yok. Gümrük memurları hiç oralıymış gibi görünmüyorlar. Adam boşa isyan ediyor. Çıkış damgasını vuran memurla sohbet ediyoruz. “Ben seni yabancı sandım” diyor. Genelde yabancılar bisikletle geçtikleri için böyle sandığını söylüyor. Adam haklı… Ama bu havada neden bisikletle çıkmışım da arabamla çıkmamışım yola, diye sorgulamayı ihmal etmiyor. Nedense şu bisiklet işi bizim insanımıza pek akıllıca gelmiyor. Tabi ki her parmak bir değil, takdir edenler de var. Tezatlara çok takılırım. Kendimle ilgili direkt etkileneceğim bir olumsuzluk yoksa çoğu zaman aldırmazdan gelirim. Fakat toplumumu ilgilendiren olaylarda bazı basit şeyleri neden çözmeyi akıl edemeyiz diye de dertlenirim. Nedir mesela?..Gezginlerce “Dostluk Köprüsü” diye adlandırılan sınır köprüsü… Yunanistan ile Türkiye arasını birleştiren-veya ayıran- Meriç nehri üzerindeki bu köprünün bir ucunda bizim bayrağımız ve karşı ucunda Yunanistan bayrağı dalgalanır. Yarısı bizim ve diğer yarısı onların olan köprünün tam ortasında da her iki ülkenin askerleri yana yana nöbet tutarlar. Her geçişimde gözüme batar onların temiz ve daha modern giysilerinin yanında bizimkilerinin paspallığı… Bunu benim gibi neden göremezler veya görür de aldırmazlar anlamak çok güç… Yerleştir flinta gibi boylu poslu pırlanta suratlı gençleri. Giydir şöyle düzgün bir kıyafet. Ve hatta lisan bilen eğitimli birilerini koy, ne olur. Orası gelen giden için Türkiye’nin kapısı demektir. Mantıklı düşünüldüğünde ilk intibanın önemi yok mudur? Büyüklerimiz daha bilirler, yokmuş demekki ! Bir yıllık Schengen vizem var, rahatım… Yunanistan girişimi de aldıktan sonra E90 numaralı otobanın hemen sağ yanından EO 2 numaralı yola girip bastırıyorum. Otobana giriş bisiklet için yasak. Zaten sürüş keyfi olmaz. Mevcut yolum bir sürü köyün içinden geçiyor. Kimilerinde kilise kubbeleri ve minarelerin beraber yükseldiğini görüyorum. Kimi köyler ise sadece Türk asıllı Müslümanların yaşadığı köyler. Batı Trakya bölgesi insana Türkiye’deymiş gibi hissettiriyor. Tek fark buraların benim ülkem gibi tehlikeli olmaması… Bugünlerde bizim ülkemizde canavarca insanlar öldürülmekte olduğunu aklıma getirdikçe ardımda kalan çoluk çocuğum için dua ediyorum. Ne kadar korkuyla yaşayan bir topluma dönüştük, değil mi? Dedeağaç girişindeki bir benzincide daha önceki yıllarda “Kalbim” isimli bir Türk asıllı gençle tanışmıştım. O yıl çektiğim resmi kendisine vermek üzere uğradım. Maalesef işten çıkmış, bulamadım. İsminin gerçekten de kimliğinde yazılı hali ile “Kalbim” olduğuna zor inanmıştım. Neredeyse çocuk çıkarıp kimlik gösterecekti. Bu isimden başka birinde olmayabilir, ama ona bu ismi annesinin taktığını söylemişti. Benzincide içecek alıp kumanyamdan yemeğimi yedikten sonra şehir merkezine vardım. Birkaç saat Dedeağaç’ı karış karış pedalladım. Deniz feneri ve çevresindeki tavernalar boştu. Yaz aylarında özellikle hafta sonları Türkiye’den çok sayıda turist aldıklarını biliyorum. Bazı işletmelerin camlarında “Türkçe konuşuyoruz” şeklinde yazılar okuyabilirsiniz. Aynı zamanda Türkçe isimli yerler de var. Bu şehirden ayrılmadan önce kahvemi Fenerin bulunduğu sahil yolunun sonunda Argo Kafe’de içtim. Türk veya Yunan kahvesi diyebiliriz. Ne fark eder ki? Önemli olan dostluk içinde içilmiş olması… Kahvemi yudumlarken her hafta sonunda Keşan’a bazen de Edirne’ye geldiğini anlatan Bayan Alecta ile sohbet ettik. Altmış yaşlarında benden büyük, ama daha genç görünen zarif bir kadın. Benim Türkiye’den olduğumu bisikletin üzerindeki alışveriş poşetinden anlamış. Kendisinin de Keşan’a aynı AVM ye alışverişe gittiğini anlattı. Ben de kendisinden yol hakkında bilgi edindim. (Kahvenin fiyatı yanında getirilen bir iki bisküvi ve su ile beraber 1.40 €)
Dedeağaç/Alexandraupolis,Yunanistan
Akşamüzeri Sapez’i (Şapçı) geçtim. Yokuşlar artık sona erdi. Yol dümdüz, hava mükemmel… Düne kadar gündüz 1-2 dereceye kadar düşen ısı, bugünden sonra artarak 16 derecelere kadar yükselecek. Geceleri de fazla ayaz yok gibi. Türkçe Ircan-Yunanca Arisvi isimli bir Türk Köyünde hasat edilmiş turp tarlasının ortasındaki boş tavuk kümesinin yanında kurdum çadırımı. Gündüz 8 € ödeyerek satın aldığım 70 cl “Uzo 12” markalı içeceğim ile güzel bir gece geçirdim. Türkiye’den taşıdığım çerez, ton balığı ve barbunya pilakinin yanında buradan aldığım Yunan peyniri de vardı… GÜMÜLCİNE/KOMOTİNİ ve İSKEÇE/XANTHI (Yunanistan) 20-23 Şubat 2015 Dün biraz daha pedal sallasaydım, veya Dedeağaç’da fazla takılmasaydım akşamüzeri Gümülcüne’ye rahatlıkla varabilirdim. Biz Gümülcine’de misafiri olacağım Ahmet Hoca ile 20 Şubat Cuma gününe buluşmayı kararlaştırdığımız için ağırdan aldım. Güzel havanın keyfini çıkararak yol alıyorum. Bugün saat 13.00’ e kadar Ahmet Hoca’nın okulunda olacağım. Yani sadece 17 km yol için önümde dört saatlik bir zaman var. Yola çıkmadan önce buradaki Köyün azınlık okuluna yöneldim. Bahçedeki çocuklar öğretmenlerine haber verdiler. Turist olduğumu düşünüyorlardı. Türkçe konuştuğumu duyunca çok sevinip heyecanlandılar. Çocukların çoğu belki de Türkiye’den gelen bir Türk ile ilk kez karşılaşıyor olabilirlerdi. Top oynadık, resimler çektik. Bir iki türküyü beraber söyledik. Okulun iki öğretmeni var. Biri orada yetişmiş bir Türk asıllı öğretmen, diğeri ise bir Yunanistanlı öğretmen. Her iki dilde de eğitim veriliyormuş. Yani entegrasyon için gerekli olan ülkenin resmi dili Yunanca ve çocukların ana dili olan Türkçe ile iki dilli eğitim var. Okul bakımlı sayılmaz. Fakat bizim köy okullarından çok iyi. Ben Türk öğretmenle sohbet ederken Yunan bayan öğretmen kahve getirdi ve bizimle takılmadan içeri girdi. Kahveden sonra öğrenci ve öğretmenlere teşekkür ederek ayrıldım. “Efharisto poli” Bayan… Teşekkürler çocuklar, teşekkürler Hoca’m… Gümülcine’ye girdiğimde valiliği bulacaktım. Zor olmadı. Hemen kilisenin karşısında Kahveci Hüseyin Bey’in üzerindeki katta oturuyordu Ahmet Hoca… Hüseyin Bey’in elinden bir kahve içtim. Burası bir Türk kahvehanesi… Yanımda oturan tır şoförü biriyle sohbet ettik. Geçen sonbahardaki Atina’dan başlayan bisiklet turumuzun rotasını anlattım. Yolları ve yol üzerindeki her yerleşimi biliyor. Yıllarca o güzergahları kullanarak Makedonya’ya geçmiş. Bana iyi ki ayı ile karşılaşmamış olduğumuzu söyleyince şaşırdım. Tellerle çevrili arı kovanları görüp görmediğimizi sordu. “Evet gördük”, dedim. Meğer ayılardan kovan ballarını korumak için telle çevirirlermiş. Biz nerelerden geçmişiz de haberimiz yok. Yollarda “Ayı çıkabilir” levhalarını görmüştük. Hatta resim bile çektirdik o levhalarla. Çünkü bana ilginç gelmişti. Tıpkı Kamboçya’da karılaşıp resim çektiğim “Fil çıkabilir” levhalarında yaptığım gibi… Orada da çok ciddiye almamıştım. Biraz daha kış aylarında geçseymişiz tehlike yaşayabilirmişiz diyor arkadaş… Kalkarken de ısrarla kahvemi ödüyor.(1€) Ben de kalkıp bir kilometre ilerideki okula, Ahmet Hoca’nın yanına gidiyorum. Gümülcine Türk asıllı Yunan vatandaşlarının yoğun yaşadığı bir şehir. İskeçe’de buradan 50 km batıda yine Türk asıllı yurttaşların yoğun olduğu bir başka şehir. Her iki şehirde de soydaşlarımızın sorunları var. Özellikle Yunanistan’ın Avrupa Birliği’ne katılımından önce daha kötüymüş. Kahveci Hüseyin Bey, “O zamanlarda mümkün mü böyle bir kahve açasın…” diyor. Türklere kolay ruhsat vermezlermiş.
Gümülcine/Komotini,Yunanistan
Bugünlerde de devam eden sorunlar dinledim. Yaşantıları pek kolay değil. İskeçe kentindekiler daha çabuk entegre olmuşlar. Köylü nüfus kalmamış gibi. Şehir daha turistik.Caddelerde Türkler tarafından işletilen pek çok işletme var. Gümülcine’de Türk kahvesine bir Yunanlı girmezken, İskeçe’de durum daha farklı. Aralarında kız alıp vermenin görüldüğü de oluyormuş. Ahmet Arkadaşımız benden çok genç… Beş yıllık bir geçici görevle TC.nin atadığı bir öğretmen. Bekar hayatı yaşadığı bu tek göz odada geçirdiği beş yılın ardından artık -bu yaz- görevinin sonlarına gelmiş. Kendince ilkeleri olan ahlaklı bir öğretmen… Yunan hükümetinin belki de kasıtlı olarak kalitesine önem vermeden atadığı Yunanistan vatandaşı Türk asıllı öğretmenlerle kıyaslanamayacak bir emekle soydaş çocuklara eğitim vermeye çalışıyor. Araç-gereçler çok yetersiz. Buradaki eğitimin Türkiye’dekinden bir yıl geri olması kabullenilip, kanıksanmış. Beş yıllık görevinde okullarda tespit ettiği pek çok aksaklıklar var. Sesini duyurabilme çabasını hiç tüketmemiş. Ama pek de umutlu görünmüyor. Sağ olsun bu iyi insanın evinde dört gün geçirdim. Kendisine teşekkür ediyorum. İSKEÇE KARNAVALI Her yıl tekrarlanan bu karnavalın teması İsa Peygamber’in ileride peygamber olacağının öğrenilmesinden sonra o günkü hükümdarın öldürmek üzere tutuklama emri vermesiyle başlayor. İsa'nın yakalanmaması için herkesin yüzünü boyayıp maske takiarak onu saklaması şeklinde bir hikaye... Tüm sivil kuruluşları ve okullardan gelen her grup belirli bir kostüm giyinmiş, suratlarını boyamış ve değişik maskeler takmışlar. Gençlerin bazılarının ellerinde içki şişeleri karnaval alanında kurulu ses düzeninden yükselen yüksek volümde müzik eşliği ile tüm şehir halkı önünden geçiş yapıyorlar. Bütün kafeler, restoranlar tıklım tıklım. Otellerde boş yer yok. Genellikle bizim ülkemizden tur operatörleriyle gelen Türk turistler çoğunlukta…
İskeçe/Xanthi Karnavalı,Yunanistan
Bu yılın karnavalında son gün yapılan final geçişleri 22 Şubat Pazar gününe denk gelmiş. Bu gece karnaval bitecek ve herkes yıkanıp temizlenecek. Yarının adı da “Temiz Pazartesi” diye geçiyor. Yunanistan'da, Ortodoks Hıristiyan inancına göre herhangi bir et veya hayvansal ürünün yenmeyeceği, yaklaşık 40 günlük orucun başladığı gün… Buna benzer kutlamalar ülkenin pek çok yerinde var. Fakat bu yılki kutlamalar yeni hükümetin Avrupa Birliği ile olan borç görüşmelerinin gölgesinde kalmış gibi görünüyor. Kriz kendini iyiden iyiye hissettirmiş durumda… KIRCAALİ/KARDZALI (Bulgaristan) 24-25 Şubat 2015 Her taraf tatil nedeniyle kapalı olduğu için dün evden çıkmadık. Ben de yola koyulmayı yağmur sebebiyle bugüne erteledim. Sabah Ahmet hoca ile vedalaşıp onu derse yolladım. Evin anahtarını kahvehaneye teslim etmek üzere bana bıraktı. Nihayet hazırlandım ve çıktım. Bu günün en kötü anısı Kahveci Hüseyin Bey’e yanlış anahtar bırakıp gitmem oldu. Bunu yolun neresinde fark etsem dönerdim. Ama ancak Türkiye’de evde elbiselerimin yıkanmak üzere ceplerinin boşaltılması sırasında farkına vardım. O da ne?Yanlış anahtar! Çocuğun yedeği yoksa vah haline… Oralarda çilingir getirmek bize göre zor olmalı. Neyse ki Ahmet Hoca ile haberleştiğimde yedeğinin olduğunu öğrenip, fazla dert açmadığım için artık üzülmem gerekiyordu. Turumun bisikletle geçen son 72 kilometresi Gümülcine’den başladı. Yirmi kilometre sınır geçişine kadar sakin bir havada pedalladım. Bunun 14 kilometresi Rodoplar’a tırmanışla geçti… Uzun, ama tatlı eğimdeki tırmanışlar. Bu yol AB’nin gönderdiği parayla yeni yapılmışmış. En fazla 5-6 derecelik bir eğimden fazlası yok. Yokuş çıkışları çifter şerit… Pek çok yeri bölünmüş yol ve emniyet şeridi mevcut. Manzara çok harika… Kalem gibi çam ağaçlarının arasından geçtikçe bol miktarda oksijen soluduğunuzu fark ediyorsunuz. Üstelik sıkça şiddetlenen yağmur ve sisli havaya rağmen…
Rodoplar, Bulgaristan
Artık tabelalara göre sınıra yaklaşmıştım, bir tünel çıktı karşıma… Belli ki yüklü olan haritam eskiydi. Tünel göstermiyordu. Yol başlangıcından bu yana da hiçbir yerde bisiklet, traktör veya 125cc altındaki motosikletler giremez şeklinde bir uyarıcı levha ile karşılaşmamıştım. Tünelin başında yolun otoban olduğunu söyleyen iki görevli, araçlarını durdurup yanıma geldiler. Biz bunu Atina’da yaşamıştık. Nereye gittiğim soruldu. Buralar sizin için tehlikeli olur diyerek bisikletimi açık bagaja beraberce yükleyip Bulgaristan Makaza sınırına kadar beraber geldik. Biri temiz yüzlü ingilizce bilen bir Yunan genci, diğeri ise kara suratlı Türkçe konuşabilen Gürcistan’dan getirilme Pontus Rum’larından bir laz… Şaşırmadım… Bizim soydaşların şikayetlerinden biri de buydu. “Bir sürü Rus getirdiler...”diyorlardı. Temiz yüzlü olan genç görevli Anatoli koyu bir Olimpakos taraftarı. Dün Yunanistan derbisinde Panathinakos’a 2-1 yenildiklerini konuştuk. Yine de üç puan önde gidiyorlarmış. Sınırda polis noktalarını yan yana bitişik koymuşlar. Bu çok güzel. Arada tampon bölge yok. Bir kulübeden çıkış yaptırdım ve hemen yan pencereden de Bulgaristan’a giriş yapacağım… Biraz beklemem söylendi ki, Ahmet Hoca’nın bana anlattığını hatırladım. Bulgaristan’ın Makaza sınırında online kontrol sistemi yok ve en az yarım saat bekletiyorlar, demişti. Baktım benim gibi bekleyen çok insan var. Kendi vatandaşları sadece basit kimlik kartı ile geçtikleri için hiç bekletilmiyorlar. Neyse yağmur yoktu hiç değilse… Yirmi dakika kadar bekledik ve telefonla bilgi trafiğinden sonra pasaportlarımızı verdiler. Haritama göre Yunanistan tarafından yaptığım yirmi kilometreye yakın Rodop tırmanışından sonra, şimdi daha dik bir eğimle bu kez Bulgaristan tarafında 10 kilometre kadar ineceğim. Kırkova(Kirkov)'dan sonra Rodopları arkamda bıraktıkça yolum düzeşiyor. Ormanlık alandan çıkmadan önce bol bol resim çekiyorum. Rodoplar harika manzara sunuyor. Hava şiddetli yağmura döndü. Kaskın miğferi gözlerimi koruyamayacak kadar sert damlacıklara maruz kalıyorum. Karşımdan gelen şiddetli yağmura sürüş süratimi de eklersek yağmur taneleri çivi gibi yüzüme saplanıyor, gözlerimi açamıyorum. Rampada çeşme başında bir ahşap kamelya görüp durdum. Bir şirket tarfından hizmet amaçlı yapılmış temiz işçilikli bankları olan dinlenme yeri. Yemeğimi burada yerken yağmurun durmasını bekledim. Bir ara iki araba Bulgar trafik ekibi durup su doldurdular. Sadece biri selam verdi.Diğerleri gülümsemekle yetindiler. Kırkova’dan sonra Rodoplar’ın Bulgaristan tarafında da sıklıkla Müslüman köyler görünür oldu. Sağ yanımda Arda Nehri belirmişti. Nehrin çok geniş yatağı olmasına rağmen suyu azdı. Bu yıl dağlarda pek kar olmadığı içinmiş. Nehrin pek çok yerinde sosyalist rejim zamanında beton ayaklı veya tamamen demirden yapılmış daracık asma köprülerle karşılaştım. Akşam üzerine doğru Arda Nehri ile beraber nihayet Kırcaali kentine vardım. Şehir girişinde baraj kapaklarının da kontrolünün sağlandığı bir köprüden geçtim. Nehrin suyu benim düşünceme göre taşkınları önlemek amacıyla geniş yataklarda tutulup kademeli olarak salınıyordu. Meydana geldiğimde sağ taraftaki Türk soydaşların çalıştırdığı Kardzali Hotel’e fiyat sordum. Single oda 45 leva, 23-24 € ediyor. Verilmez, diye düşündüm. Bulgaristan bu kadar pahalı bir yer değil. Sofya’da bile 15€ verdiğinizde mutfaklı apart daire kiralarsınız. Biraz daha şehri dolaşıp daha ucuz bir yer buldum. Hemen otobüs terminalinin karşısındaki AVM lerin arka caddesinde Bojur Hotel var. Garaj çevresindeki işletmelere sorulduğunda tarif edebilirler. Bir handikap var, otelin tabelasının olmaması. Şehir içindeki diğer otelleri dolaştığımda da Latin alfabesi kullanmayan pek çok konukevini farkedemeden önünden geçtiğimi düşünüyorum. Bojur’da gerçekte üç kişilik televizyon ve banyosu içeride olan bir odaya 20 Leva karşılığı 10€ ödedim. O gece tüm eşyalarımı odaya alıp radyatörün üzerinde kuruttum.Sıcak su bol…Dakiklarca duşta kalıp rahatladım. Sonra nette takılıp bir iki bardak uzo içip gevşedikten sonra deliksiz uyumuşum. KIRCAALİ/KARDZALİ-İZMİR (Otobüsle Dönüş) Daha önceden tanıdığım Akbulut Seyahat adlı bir firmadan 20 € karşılığı otobüs bileti aldım. Hareket saati 16.00 ve yolculuk İzmir’e kadar 12 saat sürüyor. Ben Burhaniye’de kalacağım. Hareket saatinden önce garaja gelip bisikletimi demonte duruma getirerek çantasına koymalıyım. Bunun için en az 2-3 saatim var. Bu zaman içerisinde şehri turladım. Merkezdeki AVM’erden mastika ve Rus votkası satın aldım. Buradaki fiyatlar bize göre çok ucuz. Öncelikle hayatımızı en çok etlieyen petrol yarı yarıya sayılacak kadar ucuz. İçki ve sigaralarda vergi yükü az olduğu için bizdekinin üçte biri fiyatında. Gıdada et çok ucuz… En iyi sığır etinin kilosu 6-7 € civarında… En kaliteli peynirlerin kilosu 7-8 € dan alabilirsiniz. Daha ucuz peynirler düşünüyorsanız bizde 17-18 TL olan beyaz peynirin kilosunu 3-4€’dan almak mümkün. Şehrin pek çok yerinde Türk soydaşlarımızın Türkçe isim tabelaları taşıyan işyerleri var. Bence durumları çok fena değil. Yunanistan’dakilere göre daha girişken ve çalışkan olduklarını düşünüyorum. Otobüs Garı’ndaki firmalara bakılırsa Bulgar’lara ait taşıma firmalarının sayısı bir elin parmakları kadar az... Kırcaali’de otobüs garına girdiğinizde onlarca Türk firmasının otobüslerini görüp kendinizi İstanbul’da hissedersiniz. Buralara gelirseniz peynirli ve ıspanaklı böreklerden yemeyi de unutmayın.
Yorumlar -
Yorum Yaz