Bisikletle MİDİLLİ ADASI (Lesvos) TURU-200 Km
Midilli-Lesvos
KARŞI KOMŞUMUZ MİDİLLİ(LESVOS)
Yunanistan Adaları Gezisi,
24-28 Nisan 2013
Geçen ay İpsala'dan başlayarak Yunanistan ve İtalya üzerinden Avusturya'ya kadar elli gün sürecek olan bisiklet turumu yarım bırakmak zorunda kalmıştım. Bunun sebebi, oğlumun motorsiklet kazası sonucu ayağını kırmış olmasıydı. Uzun süren tedavilerden sonra -hazır çok girişli vizem de varken- fırsat yaratarak karşı komşumuza bisikletle seyahat etmeye karar verdim. Yunan alfabesinde "b" harfi "v" okunduğu için yunanlıların "Lesbos" diye yazdıkları komşu adanın ismi, bizce "Midilli" olarak tanınıyor. Doksan bin kişinin yaşadığı Yunanistan'ın bu en büyük üçüncü adasında oniki milyon zeytin ağacından her yıl elli bin ton zeytinyağı sıkılıyormuş.(Seyahat sonrası,-Midilli yağlarının- Burhaniye ve Pelitköy sırtlarındaki ağaçlardan üretilen -bizim- yağların nefasetinden daha geride olduğunu rahatlıkla söyleyebiliyor olacağım...)
Planım şöyle:
Adanın -ilk gece pansiyonda konaklamayı düşündüğüm başkenti sayılan Mitilini'den başlayarak- doğu tarafından kuzeye tırmanacağım. Sonra Kaloni üzerinden her iki iç körfezi geçerek geri döneceğim. Bu rota üzerinde tarihi bir Osmanlı oteli, birkaç kilise, kale, manastırlar ve balıkçı köyleri var...
Midilli Bisiklet Rotası (130 KM)
Ayvalık-Midilli Feribot biletimi Jale Tur'dan aldım. Firma sahipleri Ayvalık kadar Midilli de de övgü ile bahsedilen insanlar. Çalışanlar da çok samimi ve güler yüzlüler. Ayrıca aynı hatta yeni bir firma daha taşımacılığa başlamış. Her ikisinin de gemi büyüklüğü ve konforu aynı…Bilet fiyatı ise gidiş-dönüş 20€, ama yaz sezonunda 30€ ya çıkıyormuş.
Ayvalık pazarına gelen adalılar limanın kapısını panayır yerine çevirmiş. Yanlarında götürecekleri eşyaların arasında klozet taşından, demirciye yaptırılmış bahçe kapısına; yatak, yorgan, ne ararsanız var. Feribotun hareket saati 18.00, kapılar bir saat önce açıldı. Uzun süren hengâme ye bulaşmadan önce yunanlı dostlarımızın giriş yapmalarını bekledim. Ortalık sakinleştiğinde bisikletimle hiç aranmadan çıkış pulumu yapıştırıp damgalattım. Gümrük memurlarının valiz kontrolü için rontgen cihazını kullanmamalarına sevindim; zira bisikletimin tüm çantalarını söküp tekrar toplama eziyeti yaşayacaktım. Aynı şekilde Yunanistan’a giriş yaparken de hiçbir arama ile karşılaşmadım. Üstelik herkesin kullandığı labirent gibi giriş yerine -bisikletimle rahat geçebileceğim- geniş kapıdan direkt içeri alındım.
Liman çıkışı, sola doğru yüründüğünde şehrin ana caddesine açılıyor. Elimdeki harita yardımıyla bulduğum kordon yolunu takip ediyorum. Hava kararmak üzere… Yan yana sıralanmış kafeler adalı gençlerle kaynıyor. Masalarında genellikle fastfood türü yemekler, bira ve neredeyse sudan fazla tüketilen frape ile gazlı içecekler var. Temiz caddeler ve düzen içindeki trafik size en azından Doğu Avrupa da olduğunuzu hissettiriyor. Birkaç kişiye kalacağım otelin adresini soruyorum; anlayabileceğim İngilizce ile tarif ediyorlar. Oysa ki adada en turistik otel çalışanlarında bile dil sorunu olduğunu okumuştum, anlaşılan pek doğru değilmiş. Böylelikle bir kez daha en doğru bilginin yaşanarak öğrenildiğini anlamış oldum.
Otele yerleşmem fazla zaman almadı. Odam televizyonlu ama, bu geceki FB-Benfika maçını izleme olanağı vermiyor. İyi ki note bookumu beraberimde taşımışım. Adanın en meşhur içeceklerinden olan 11 derecelik alkolü ile retsina-reçineli beyaz şarap ile yanımda getirdiğim çerez gecemi güzelleştiriyor. Bir de maç Fener'in galibiyeti ile bitince değmeyin keyfime!
***
Ertesi gün Aklidi Hotel'in kusursuz kahvaltısından sonra hemen kendimi şehir içine atıyor ve çarşı pazar turlayıp kısa bir keşif yapıyorum. Önce yüzünü Ayvalık'a çevirmiş dev bir sütun üzerinde genç kız heykelinden oluşan "Özgürlük Anıtı" nda takılıp bir kaç poz resim çekiyorum. Sonra limandan başlayarak adanın doğu tarafından kuzey yönüne doğru gideceğim yolu bulup uzun yola pedal basıyorum. "Yolda olmak" kuşlar gibi uçmakla eşdeğer tutabileceğim kadar dayanılmaz bir duygu; hele ki, ilk defa göreceğiniz yerlere doğru süzülüyorsanız...
Midilli Özgürlük Anıtı
İlk geçtiğim yerleşim yeri Pamfila...Sırasıyla Pirgi Thermis ve Mistegna'yı arkamda bıraktım.Kusursuz sayılabilecek nitelikteki asfalt yol boyunca kazada ölenlerin sunaklarıyla karşılaşıyorum. Her yerleşimde öncelikle bir okul ve bir kilise çıkıyor karşıma. Ne perişan haldeki sokak köpekleri, ne de ortalıkta uçuşan poşetler var. Her evin bahçesi kireçle boyanmış tenekelerde dikili renk renk çiçeklerle dolu. En çok sarı, kırmızı renklerde güller ve şeker pembesi sardunyalar görüyorsunuz. Evlerin duvarları, balkon ve pencerelerindeki demir parmaklıklar zevkle boyanmış. Rüzgara rağmen tozun-toprağın gözüme kaçmadığı tertemiz yokuşsuz yolları arkamda bırakıp 35 km sonra Mantamados'a varıyorum. Yol son bir kaç kilometresinde sağ tarafımdaki denizi geride bırakıp, iç kesime doğru tırmanmaya başlıyor. Ayvalık'dan Altınoluk sahillerine kadar keyifle seyrederek bisiklet sürdüğüm Ege'nin karşı kıyılarındaki Türkiye toprakları artık görünmüyor.
Nihayet son rampaları tırmanarak 4-500 metre rakımlı Sikaminea yerleşkesine vardım. Yükseklere tırmandıkça bitki örtüsü değişiyor. Zeytin ağaçları ile beraber karaçam ağaçlarını da görebiliyorsunuz. Aşağılarda daha ziyade koyun sayalarına rastlarken, yükseklerde keçi ile de karşılaşıyorum. Tüm araziler sahipleri tarafından tel çitlerle çevrilmiş. Ağaçların diplerinde zeytin hasatında kullanılan file örgü yeşil brandalar görüyorum. Ağaç dipleri sürülmemiş, genellikle ot içinde ve pek bakımlı oldukları söylenemez; Ama, dağın bayırın başındaki zeytinliklerde renk renk güller ekmeye üşenmemişler. Şu Akdeniz insanına uzun süren siestaları yüzünden "tembel" yaftası asılmış, ama inanın ki yunanlılar çiçeklere ve çevreyi kireçlemeye iyi emek harcıyorlar.
Birazdan üç kilometrelik virajlı asvalt yoldan Skala Skamenia' ya (Skala sahiline) ineceğim. Bu minik balıkçı köyünde çadır kurarak konaklamayı planlıyorum. Kıyıya inmeden önce şuradaki tavernada oturup birşeyler içmeliyim. Köylülere selam verip oturuyorum. Nereli olduğumu öğrenen yaşlı bir amca bozuk türkçesiyle kendisinin çocuk yaşta Türkiye tarafından göç ettiğini anlatıyor. İşletmeci kadın tüm sevecenliğini takınarak sipariş alıyor. Yunanlıların sürekli tükettiği milli içecekleri Frape istiyorum. Bu, buz ile çalkalanarak yapılan çok köpüklü soğuk neskafe büyük bardaklarda pipetle içiliyor.Her yerde ve her zaman olduğu gibi yanında kasa fişi ile beraber geliyor. Bayan, ödemeyi arkamda oturan gruptaki köylülerden birinin yaptığını söylerken göz ucuyla fişteki rakamı okuyorum; bir buçuk euro... Yunanca teşekkür ediyorum: Efharisto, efharisto poli!
İçtiğim frapemin parasını ödeyen kırklı yaşlardaki yunan köylüsü 5-10 mil ötesindeki komşu Türkiye topraklarını hiç ziyaret etmemiş. Yalnız bırakamadığı yaşlı bir annesi ve on tane ineği olduğunu söylüyor. Benim kendisini evimde konuk edebileceğimi söylemem onu çok hoşnut etmeli ki, "ben gelemem, ama her zaman seni beklerim" diyerek inekleri sağmak üzere ayrılıyor. Vedalaşırken topluca bir hatıra fotoğrafı çektiriyoruz.
* * *
Dün geceyi tavernadaki köylülerden ayrıldıktan sonra deniz kıyısındaki Skala Skamenia balıkçı köyündeki bir zeytin bahçesinde kurduğum çadırda geçirdim. Gökyüzü olduğundan daha kalabalık yıldızlarla kaplanmıştı. Gece yarısı tuvalet için kalktığımda dolunayın öğlen güneşi gibi tam tepemizde olduğunu gördüm. Ayın ışığından olmalı, yıldızlar bu kez daha az ve sönüktüler. Yakınımdaki sulak arazinin kurbağaları sabaha kadar bağırıp durdular. Zaman zaman sustuklarında denizin sesini duyuyordum. Gün doğduğunda ise kuşların senfonisi başladı. Tanrım, çadırda yatmayı kendine zul gören insanlara fikir ver!
Dikkat çekenler:
Kahvehaneler,sürücü nezaketi,motorsikletli bayanlar,sardalya boklu kebap, servis edilen uzolar 20 lik,elektrik direkleri ağaçtan,smart otomobil bolluğu,güneşte kurutulan ahtapotlar,reçineli ağaç fıçılarda bekletilmiş şarap…
bu sayfa yazım aşamasındadır.........!!!!
Yorumlar -
Yorum Yaz