[ google-site-verification: google096b424537a64561.html googlecb521646d1f4a805.html] google-site-verification: google096b424537a64561.html
Bisikletle GÜNEYDOĞU ANADOLU-GAP BİSİKLET TURU
Rota: MARDİN-Darul Zafaran Kilisesi-Midyad-Mor Gabriel Kilisesi-Hasankeyf-Batman-Malabadi Köprüsü-Silvan-Diyarbakır-Siverek-Fırat Nehri/Nemrut Dağı-Kahta-Adıyaman-Atatürk Barajı (Bozova)-Şanlı Urfa-Birecik-Halfeti-Nizip-GAZİANTEP (1200 km)
MARDİN
16 Eylül,2013
Bisikletlerimizle beraber İzmir’den dün bindiğimiz Midyat Tur otobüsü sabaha karşı Mardin’e girdi. Üç arkadaş yolculuğumuz boyunca araç görevlileri ile sohbet ederek geldik. Bisiklet ile 1200 km lik rotamızı her zamanki gibi hayretler içinde kalan insanlara anlatmakta güçlük çektik. Bir de yaşlarımıza bakıldığında daha da inanamadılar…
Şehir girişinde bir parkın yanında indik. Parktaki boş piknik masalarının üzerinde hem bisikletlerimizin montajını, hem de kahvaltımızı yaptık. Daha sonra öğretmenevindeki odamıza yerleştik. Eski Mardin’e giden otobüse bindiğimizde saatler öğlen sonrasını gösteriyordu.
Mardin, eski ve yeni diye adlandırılan yan yana kurulmuş iki bölümden oluşuyor. Taş yapılarıyla ünlü eski Mardin’in tarihi çok eski… Cami ve kiliseler iç içe girmiş. Şimdilerde nüfusu oldukça azalan Süryani vatandaşlarımızla Müslümanlar beraber yaşamayı sürdürüyorlar. Halkın konuşma dili çoğunlukla Arapça ve Türkçe… Şehrin daracık sokaklarında gezerken belediyenin temizlik işçileri ile beraber kadrolu çalışan katır ve eşeklerle sıklıkla karşılaştık...
Eski Mardin'deki pek çok taş binanın çatısında panaromik görüntü sunan kafe ve restaurandlar bulmak mümkün...
Akşam üzeri güneş batımında tekrar şehri gezmeye çıktık. Güneş, tamamen taş yapılardan oluşan bu tarihi kenti baştan aşağı kızıla boyamıştı. Fototoğraf çekmeye tutkulu olanların bu saatleri kesinlikle kaçırmamasını önerebilirim.
MİDYAD
17 Eylül, 2013
Dün gece önceden tanıdığımız yeni evli geç bir çiftin evine misafir olduk. Sevgili Mustafa arkadaşımız Mardin'de eşi ile birlikte ünlü bir otelin muhasebesini tutuyor. Batıda yetişmiş Kayseri'li bir genç. Gelinimiz ise bu bölgenin kızı...Buradan onlara en iyi dileklerimi sunuyorum. İkram ettikleri yöresel yemekler nefisti...
Sabah öğretmenevinde sıkı bir kahvaltı yaptıktan sonra yola koyulduk. Midyad yönünde düz yol sürüşü ile bir kaç kilometre ilerledikten sonra sağ yöne Nusaybin yoluna döndük. Kötü bir asvalt yolda devam edip Eski Mardin'e sekiz km uzaklıktaki Darul Zafaran Kilisesine geldik.
Darul Zafaran Süryani Cemaatince bir dönem baş kilise olarak kullanılmış kutsal bir yer. Ön bahçesinde basit bir karavanla seyahat eden iki alman genç ile sohbet edip daha sonra kiliseyi gezdik. Kilise görevlileri çok sıcak davrandılar. Su kaplarımızı doldurup tekrar Midyad yoluna devam ettik.
Bir kaç km sonra başlayan yokuşlar oldukça yorucu idi... İlk on kilometreye yakın bir bölüm hayli zor geçildi. Asvalt kalitesi kaba ve emniyet şeridi oldukça yetersizdi. Bu zorluklar Ömerli ilçesinde sona erdi... Bu arada benim ön lastik patladı; bir internet kafenin önünde tamirini yaptık.
Darul Zafaran Kilisesinden saat onbir gibi çıkmıştık. Midyad'a vardığımızda ise nerdeyse hava kararmak üzere idi...Önce yeni kente giriş yaptık. Yol üzerinde emekli bir öğretmen ve kızı tarafından sohbete tutulduk. Önce turistlerle konuşacaklarını sanmışlardı ki "hello" dediler.Biz "merhaba" diye karşılık verince Türk olduğumuz anlaşıldı. Bu insanlardan Midyad ve özellikle Mor Gabriel Kilisesi hakkındapek çok bilgiler aldık.
Eski Midyad sokaklarında bisikletlerimizle gezerken hava iyice kararmıştı. Bu gece için yatacak yer arayışımızı bir kilisenin bahçesinde sonlandırdık. Bir yandan kilisenin yakınındaki arkeolojik kazı alanını bekleyen bekçi ile sohbet ederken, bir yandan da çadırlarımızı kurduk.
Sabah günün ilk ışıklarında toparlandık ve eski şehirin altını üstüne getirip tadını çıkardık. Sabah çarşıda içtiğimiz kemik suyu ile yapılmış mercimek çorbası nefisti. Öğlene kalmadan yola koyulduğumuzda saat onbiri gösteriyordu.
HASANKEYF
18-19 Eylül, 2013
Midyad Hasankeyf arası sadece 45 km kadar... Yol boyunca sık sık mola verdiğimiz tarlalardan hasat sonu kavun-karpuz yedik. Hatırı sayılır bir kaç yokuş ve kimi zaman da bozuk zeminle karşılaştık. Yolumuzun finalinde bitmeyen uzun ve dik inişlerle Hasankeyf'e vardık. Seyahat boyunca "İyi ki Midyad yönünden gelmişiz; eğer yolumuz Hasankeyf'den Midyad' a doğru olsaydı, yarım saatte indiğimiz o yokuşları gün boyunca çıkamazdık." diye düşündük...
Hasankeyf'e girer girmez demir köprüden bol bol fotoğraf çektik. Daha sonra karanlığa kalmadan konaklayacak yerimizi ayarladık. Has Bahçe Camping'de üç kişi ayrı ayrı kuracağımız kendi çadırlarımızda kalacağız. Kişi başı günlük onbeş lira... Elektrik ve internet bağlantısı var. Yarın boşalan odaların birinde banyo yapabileceğiz.
Hasankeyf çevrenin en popüler yerleşimi.Bölgede inşaedilen barajla sular altında kalması beklenen bu turistik bölgenin halkı ise mutsuz. Evinden-barkından olacak bu insanlar için yeni yerleşim birimleri hazırlanmakta; ancak, ne yazık ki bu modern apartmanlarda artık hayvanları ile barınamayacak, bölgenin tarım ve de turistik alanlarından yararlanamayacaklar.
Sabah erkenden Hasankeyf'in tepelerine tırmanıyoruz. Çocuklar peşimize takılıp rehberlik etmek için yalvarıyorlar. Biraz harçlıkla geri çeviriyoruz. Mağaraların bulunduğu antik yerleşim tepesine giriş yasak. Yakın tarihte kayalarda çökmeler olmuş ve sonucunda can kaybı da yaşandığı için valilik bu kararı almış.
Biz kendi başımıza yürüyerek diğer tepelere tırmanmaya niyetliyiz... Çocuklardan biri inatla peşimizi bırakmayınca onu rehberliğe kabul ettik. Adı Fırat....Öğleden sonra okula gidecekmiş. Ayağındaki botlardan birine yan bastığı halde tepeleri kolayca çıkıp bizi bekliyor, sık sık gezdireceği yerleri anlatıyor. Sabahın yedisinden öğlene kadar pek çok kanyondan geçip tepe ve yamaçlarda yürüdük; doğal mağara çeşmelerinden sular içip serinledik. Tabi ki çok güzel resimler çektik.
Hasankeyf'in arka mahallelerinde Fırat'tan ayrılıp önce aç karnımızı doyurduk.Yemekten sonra uyku bastı.Günün yorgunluğunu atmak için Has Bahçede'ki açık serenderde yan gelip gündüz uykusu çektik.
BATMAN'DAN SİLVAN'A
20 Eylül, 2013
Hasankeyf adı gibi çok keyifliydi... Sabah çıkıp hiç yokuş görmeden Batmana'a varıyoruz. Öncelikle geldiğimiz yer övgü ile bahsedilen, Çorbacı Hasan Usta... Hemen sanayinin girişinde. Nefis kuzu etli haşlamalarımızı yedikten sonra üzerine bir iki "kaçak çay" içiyoruz. Bölgede artık kaçak kalmamış, her şey legal olsa da, bildiğimiz Seylan çayı kaçak olma kimliğini koruyor.
* * *
Batman'ı arkamızda bırakıp Silvan yoluna koyuluyoruz. Aslında yönümüz Bismil üzerinden Diyarbakır olabilirdi. Daha sonra nefret edeceğimiz Silvan-Diyarbakır yolunu, güzergahımız üzerindeki Malabadi Köprüsü'nü görebilmek için tercih etmiştik. Değdi mi derseniz, evet .Evliya Çelebi'nin yazıtlarında " Öyle geniş ve yüksek kemeri var ki, Ayasofya'nın kubbesi altından geçer" diye benzetme yaptığı bu köprü zaten çocukluğumuzdan beri aklımızdan çıkmayan bir şarkının sözlerinde hafızamıza kazınmıştı.
" Malabadi Köprüsü... Malabadi Köprüsü...
Orda başladı bitti, şu garibin öyküsü...
Karşıki aşiretten bir kıza gönül verdim
Aşkı uğruna hergün o köprüye giderdi"
* * *
Batman Silvan arası düz bir ova gibi görünüyordu. Ama öyle inişli çıkışlı bir ova ki, in çık - in çık kan kustuk! Silvan mı? Kayıt tutmaya değer bir şeyle karşılaşmadık. Öğretmenevinde "Yer yok" dediler. Önceden rezervasyon için defalarca telefon açtmıştık, ama hat pirizden çekilmiş görünüyordu.Neyse ki polis evine yerleştik. Odada televizyon yoktu.Sabah Diyarbakır yollarına koyulmak üzere erkenden uyuduk
DİYARBAKIR
21-22 Eylül, 2013
Şehir merkezini sorduğumuz bisikletli bir gencin eskortluğunda Dağkapı Meydanı'na kadar geldik. Buluşmayı kararlaştırdığımız Diyarbakır'lı iki arkadaşımızı beklemeye başladık. Bu arada bisikletlerimiz yoğun ilgi çekti. Çocuklar dozunu kaçırınca malesef bazen sıkıntıya düştük. Tur atmak için yalvaran bir çocuğun bisikleti çekiştirmesine tatlı dilimizi bozmayıp sabırla karşı koyarken çok zorlandık.
Arkadaşlarımız Mustafa ve Murat bizi bisiklet turlarımızdaki konaklama standardımızın üzerinde sayılabilecek bir otele yerleştirdiler. Tabi ki bize ödeme şansı da bırakmamışlar. Yarın şehri gezmek için buluşmak üzere onlardan ayrılıp odalarımıza çekildik.
* * *
Eski Diyarbakır 6 km lik koyu renkli volkanik taşlardan yapılmış surlarla çevrili... Çin Setti'nden sonra dünyanın ikinci uzun surlarının bunlar olduğu biliniyor. Pek çok tarihi cami, kervansaraylar, köşkler, hanlar gezdik...Hasanpaşa ve Sülüklü Han bizim için en sevdiğimiz yerler oldu. Tarihi binaların pek çoğunda kafe, restoran, toplantı ve sergi salonu, canlı müzik mekanı gibi sosyal yaşam alanları oluşturulmuş. İnsanlar sokaklarda geç saatlere kadar huzur, barış ve zevk içinde dolaşıyorlar. Hiç de anlatıldığı gibi anarşik bir kent havası yok. Belki barış sürecinin katkısı da olabilir, diye düşündük. Buranın insanları, televizyonların her gün Diyarbakır'dan çatışma haberleri verdiğini, fakat bunların şehrin belirli yerlerinde meydana gelen çoğu zaman münferit olaylar olduğunu söylüyorlar.
Mustafa ve Murat arkadaşlarımızın rehberliğinde gün boyu şehri gezdikten sonra Mardin Kapısı'ndan araca binip On Kemerli Köprü'ye geldik. Erdebil Köşkü'nün bahçesinde köprü manzarasına karşı oturup hoş sohbetler eşliğinde yemeklerimizi yedik. Tabi ki, Mustafa ve Murat arkadaşlar bizlere bölge hakkında çok önemli şeyler anlattılar. Otelimize döndüğümüzde buralar hakkında hiç bir ön yargımız kalmamıştı. Tavsiye ederim; kesinlikle buralara gelip halkın içine girmelisiniz. Emin olun ki, Güneydoğu'yu her şeyi ile seveceksiniz.
SİVEREK
23 Eylül, 2013
Diyarbakır ile Urfa'nın ilçesi Siverek arası 85 kilmetrelik bir yol..Neredeyse hiç yokuş yok. Diyarbakır şehir çıkışına kadar yer yer yol çalışması vardı. Biz buraları iç yolu kullanarak geçtik.
Siverek ilçesine girişte uzun sayılmayacak bir yokuş tırmandık. Merkeze bir-iki kilometre kala küçük bir marketin önünde mola verdik. Bu gece daha önce rezervasyon yaptığımız ilçe merkezindeki bir otelde kalacağız. Artık hedefimize varmış olmanın rahatlığı ile terli çamaşırlarımızı değiştirip uzun uzun dinlendik.
Marketçi arkadaş yandaki kahveden çaylarımızı söyledi. Her zaman olduğu gibi çevredeki pek çok insan merakla muhabbete katılıyor, bisikletle kat ettiğimiz yolu duyunca hayrete düşüp meraklı sorular soruyorlardı.
Bizim asıl derdimiz yarın çıkmayı planladığımız Nemrut Dağı ile ilgili bilgiler almaktı. Yaşlı bir amca hiç unutamayacağımız şekilde " Ne işiniz var, onca yol bir Nemrut için çekilir mi?" diye çıkıştı. Neredeyse bizi dövecekti. Böyle durumlara alışık olduğumuz için gülüp geçtik. Malesef defalarca karşılaştığımız bir durumdu bu; Yerli insanların pek çoğu üzerinde oturdukları tarihi mirasların kıymetinin bilmiyorlar.
Şehir içi yollarda kara asfalt yerine döşeme taşlar kullanılmış. Otelimiz temiz ve ucuz. Bisikletlerimizi alt-arka kattaki çamaşırhaneye kilitleyip odamıza yerleşiyoruz.
Gece dışarı çıktık. Umulmadık sayıda mağaza ve lokantalarla karşılaştık. Yemeğimizi salaş bir lokantada yedik. Hünkar beğendi çok nefis ve koca tabak sadece beş lira. Her masaya metal sürahi içinde servis edilen-biraz fazla inceltilmiş- soğuk ayran ve yeşillik ise ücretsizdi. Kahvehanede çay içtik. Siverek ilçesini en çok, kahvehane avlularında kullandıkları alçak masaları ve etrafındaki kitap okuma rahlesine benzer ahşap minik sandalyeleri ile anımsayacağız.
NEMRUT DAĞI
24 Eylül,2013
Sabah erkenden çarşıya çıkıp çorbalarımızı içtik ve sonra yola koyulduk. Hedefimiz Nemrut zirvesi. Önümüzde 72 km yol var. Yarı yol üzerindeki Fırat Nehri feribotla geçilecekti. Nehirden sonrasını -denk gelirse- bisikletlerimizi kasasına yükleyeceğimiz bir kamyonla gitmeyi planlıyorduk. Ama olmadı. Parasını verip bir minibüsle anlaşarak milli parkın girişine kadar geldik.
Asıl istediğimiz zirveye kadar araçla çıkmaktı. Fakat sürücü yamuk yaptı. Aracının çekiş gücünü ve lastiklerini bahane edip bizi yürümeye ikna etti. Milli park girişinden zirveye kadar sadece 2 kilometrelik bir yolun olduğu yalanı ile kandırıldık. Dersimizi iyi çalışmamışız, bisikletlerimizi ittirerek tam yedi kilometrelik yolu kan ter içinde tırmandık. Bu da bisiklet maceralarımızın unutulmazlarına eklenen ikinci bir hikayemiz oldu. İlkini geçen yıl Ordu şehir merkezinden Boztepe'ye 12 kilometre tırmanarak yaşamıştık.
Nemrut zirvesine çıkmadan önce son yerleşim yeri Narince'den sıkı bir alış veriş yapmayı unutmadık. Çadırlarımızı zirvedeki tek işletmenin kuytusuna kurduk. Hava kararınca tüm sakinlik yerini gittikçe artan fırtınaya bıraktı. Müthiş bir soğukla boğuşmaya başladık. O kadar tedbire rağmen pek de rahat ettiğimizi söyleyemem. Çadırlarımızla beraber uçmamak için içlerine iri taşlar koyduk. Çünkü zeminin elverişsizliğinden kazık kullanamamıştık.
Neredeyse hiç uyuyamadığımız kötü bir gecenin yarısında gün doğumunu seyretmek üzeren kalkıp, çadırlarımızı toparladık. Sırtımızda uyku tulumlarımız konaklama noktasından başlayan merdivenlerden 15-20 dakikalık bir yürüyüşle heykellere tırmandık. Güneşin doğmasıyla yer gök kızıla boyandı... Rakım 2.150 metre...Kafamız neredeyse bulutlara değecek kadar yüksekteyiz. Fırat'ın suları sarı ibrişim gibi kıvrım kıvrım ayaklarımızın altında akıyordu. Güneş yükseldikçe büyü bozulacak gibiydi... Kayalardan işlenmiş Tanrı heykellerinin arasında resim çekmek için oradan oraya koşturduk. Yaşanmadan anlaşılması zor bir güzellik; Ve bu olağan üstü güzelliğin heyecanı öyle muteşemdi ki, zahmetlerin hepsine değmişti.
KAHTA-ADIYAMAN
25 Eylül,2014
Kahta dendiğinde "Kahtalı Mıçı" diye bilinen sanatçı gelir aklıma...Hangisi, hangisinden ünlenmiştir bilemem ama, doğrusu güzel bir ilçeymiş. Diyarbakır'dan çıkışımız sonrası Akdeniz ikliminin hakimiyetine tanık olduk. Eskiden Malatya'ya bağlı bir ilçe ve şimdinin ili olan Adıyaman'ın bu şirin ilçesinde hava pırıl pırıl... Ordu evi ihtişamında, ama maalesef çok bakımsız kalmış Kahta Öğretmen Evi'ne yerleştik.
Kahta'da yemekleri güzel ve de ucuz olan bir lokantada yemek yedik. Her gittiğimiz yerde yerel yapım yoğurt soruyoruz, ev yapımı olduğu için burada da ekşi yoğurtla karşılaştık. Katkısız yoğurt olduğu için çabuk ekşimiş, ama tadı nefisti.
Sabah pedallarımızı Adıyaman'a doğru basıyoruz. Öğlen vakti şehir merkezindeyiz. Öncelikle görmek istediğimiz yer: Oturakçı Pazarı. Valilik binası önünde bir hatıra fotoğrafı çekip, pazara daldık. Ama açıkçası resimlerini gördüğümüz gibi değil. Herşey modernize olmuş. Hiç de otantik havası kalmamış...
Kahta-Adıyaman arası 35 kilometre... Bugün için daha 52 kilometrelik yolumuz var. Şehirden çıkana kadar bayağı eksoz dumanına maruz kaldık. Adıyaman'dan sonra 13. üncü kilmetrede Atatürk Barajı yoluna sapınca yoğun trafikten kurtulduk. Bu noktadan sonra baraja kadar pamuk tarlalarının arasında pedalladık. En düşük rakıma indikten sonra Barajdan salınan Fırat suyunun geniş bir noktasındaki köprüyü geçip oldukça dik bir yokuş tırmandık. Artık Şanlı Urfa il sınırındaydık.
ATATÜRK BARAJI
26 Eylül, 2013
Burada bizi Atatürk barajının güvenliğinde görevli bir arkadaşımız karşılıyor. Sağ olsun önce giriş kapısının karşısındaki bir lahmacuncuda karnımızı doyuruyor. İyice dinlendikten sonra bisikletlerimizi burada kilitleyip arkadaşımızın aracıyla barajı gezmeye gidiyoruz.
Karşılaştığımız şey çok devasa, olağan üstü bir yatırım. İnsanoğlunun yapabileceği en görkemli eser... Komuta odasına kadar girdik. Tribünlerden beş tanesi hareketsiz, iki tanesi çalışıyordu. Sadece tek tribünden bir haftada geçen suyun, İstanbul'un bir yıllık su sarfiyatına eşit olduğunu öğreniyoruz. Tabi ki bu su tekrar Fırat'a salınıyor. Tarımda kullanıldığı kadarından sonrasının önü bu dafa Birecik'de kesilip oradaki barajda toplanacak. Düşünün Fırat nehri üzerinde kollarıyla beraber toplam 14 tane hidroelektrik santrali olduğunu öğreniyoruz. Demek oluyor ki nasıl da bir elektrik tüketimi var? Bu sınırsız teknoloji ile beraber dünyamızın koşarak kıyamete gittiği endişesiyle sevgili dostumuzdan ayrılıp, bu gece kamp yerimiz olacak köyün baraj gölü kıyısındaki piknik parkına vardığımızda hava kararmıştı.
ŞANLIURFA
27-28 Eylül,2013
Bozova'dan 50 kilometrelik bir sürüşle Urfa şehir girişinde Karakaya ilçesindeyiz. Her yer tertemiz, pürüzsüz bir asfalt, imrenilesi bir çevre düzenlemesi ile etkilendiğimizi söylemeliyim. Şehir igirişinde çevirme yapan sivil polislerin tarifi ile yerini kolayca bulduğumuz Urfa Öğretmenevi'ne yerleştik.
Akşam üzeri şehrin eski çarşısında kısa bir çerez alışverişi yapıp tekrar odamıza döndük. Yarın sabah kalkıp şehrin altını üzerine getirmek niyetiyle erkenden uykuya çekildik.
Urfa gerçekten de söylendiği gibi "Peygamberler Şehri"... Balıklıgöl ve çevresinde pek çok kutsal mekanlar var. Gün boyu tamamını gezip görülmedik yer bırakmadık. Öğlen yemeğimizde buraya özgü "ciğer kebabı" ve "patlıcanlı" vardı. Eski çarşının en popüler yeri olan Gümrükhan'da da künefe yiyerek çaylarımızı içtik. Batı bölgelere göre daha ucuz işçilikli hediyelik gümüş takılar ve isot satın aldık. Öğretmen evine döndüğümüzde çeşit çeşit çerezlerle balkon keyfi yaptık.
Hava açık olmasına rağmen şehrin göz kırpan ışık denizi, gök yüzündeki yıldızları görmemizi engellemişti.
BİRECİK-HALFETİ
29-30 Eylül
Artık turumuzun sonlarına yaklaştık. Bugün Birecik'teyiz...Öğretmen evinde yer yok. Konaklamada önceliği ilçeye yeni tayin olan bayan öğretmenlere vermişler. Şehire girişte kaymakam hakkında tesadüfi bilgiler edinmiştik. İstanbul çocuğu idi; motorsiklet tutkunuydu; ve hatta tayininde ilçeye motorsikleti ile gelmişti. Açıkçası bizim gibi bisikletle seyahat edenlerin bu ilçede açıkta kalmasını düşünemiyorduk. Öğretmen evi müdürünün önünde "acaba kaymakam beyden yardım mı istesek?" Diye sesli düşününce gösterilen ilgi arttı. En azından çevrede aynı fiyatlara kalabileceğimiz bir kaç yer önerildi. Bunlardan birine yerleştik.
Otelimiz Fırat'ın karşı kıyısında... Gece çarşıya çıktığımızda bir hayli yol yürüdük. Yerel bir marketten aldığımız yine yerel imalat maraş dondurması yedik. Gerçekten bu ürün batıya kadar ulaşabilse bu fiyatın iki katına değer, endüstriyel dondurmaların ötesinde nefisti. Dondurmamızın üzerine sadece meyve tükerek bu gecenin öğününü geçirdik. Sabahki planımız önce eski çarşıya geçip kelle çorbası içmek ve oradan da kelaynak kuşlarını ziyarete gitmekti. Eğer denk gelirse minibüsle de Halfeti'ye geçecektik.
* * *
Kelaynaklar koruma altına alınıp şimdilik göç etmeleri engellenmiş. Görevli arkadaş bizi gezdirerek ayrıntılı bilgiler verip tüm meraklı sorularımızı sabırla cevapladı. Girişte kurulmuş kıl çadırda çaylarımızı içip yola çıktık. Şansımıza minibüs beklemeden ilk otostop denememizde özel bir araç durup bizi aldı. Oradan da sular altında kalan Eski Halfeti'ye genç bir avukatın özel aracı ile -otostop yaparak- vardık.
Halfeti kaymakamından övgü ile bahsedildiğine tanık oluyoruz. Fırat üzerinde içinde diving kulübü olan güzel bir ihtisas tesisi kurmuş. Konaklama için planlanan bir kaç yapı inşatı devam ediyor. Nehirde dubalar üzerinde geniş bir yüzer havuz kurulmuş. Bu bölge için eksiksiz bir tatil alanı oluşturulmuş. Sezonda kanolarla gezilip jet ski yapıldığını öğreniyoruz.
Halfeti'de en önemli görsel yerlere tekne turları ile ulaşabiliyorsunuz. Yüksek sezon olmadığı için sadece 45 TL gibi komik bir paraya anlaşıp üç kişi ile koca tekneye binerek batık kent üzerinde tura çıktık.
Kaptanımızdan çevre hakkında her türlü bilgiyi ediniyoruz. Çok tuhaf! Parmağı ile gösterip "Şurası amcamın, burası bizim evimizdi...Şu tarafta bilmen ne mahallesi vardı" diye suyun altında kalmış batık şehrin artık görünmez olan tüm sokaklarını bize anlattı. Baraj inşaatından (yani şehrin sular altında kalmasından) önceki halini gösteren resimler gösterdi. Düşünsenize Mehmet'in ruh halini; Üç kuruş kazanmak için hergün, tüm anılarının telef olduğu bu baraj gölü üzerinde insan gezdiriyor?!
Sığ yerlerde okul binası, cami gibi bazı yapıların çatılarını görebiliyor, duvarlarını suyun karanlıklarında seçebiliyorsunuz. Yarısı batık ve diğer yarısı su üzerinde olan minare halfetiyi tanıtan tüm resimlerde popüler olmuş. Siz de hatırlarsınız....
Artık geri dönme vakti gelmişti. Üç saatten fazla süren gezimiz boyunca Baraj sularının yükselmeyi sürdürdüğü Hasankeyf'teki Mehmetler'i düşünerek hüzünlendik. Oranın geleceği de burası gibi, Hasankeyf günden güne sulara gömülüp boğulurken, insanların da gelecek umutları boğulmakta...
GAZİANTEP
29-30 Eylül
Yol boyunca zeytin ve fıstık ağaçları ile beraber yolculuk ettik. Genel olarak düz bir rota olduğu söylenebilir. Sadece şehire yaklaştığımızda bir iki kez tırmanmak zorunda kaldık. Son bir saatimizi eziyete dönüştüren rüzgar ve ara ara yağan yağmura karşı sıkı bir mücadele ettikten sonra nihayet öğretmen evine yerleşebildik.
Gaziantep, baklavası ve fıstığı yanında modern bir şehir müzesi ile de öne çıkıyor. Antep denilince artık ilk akla gelen Zeugma oluyor. Tabi ki Zeugma denildiğinde de "Çingene Kız" ...
Çingene Kızı mozaiği; Gaziantep iline bağlı Nizip ilçesinin 10 kilometre doğusundaki (Köprü ve Geçit anlamına gelen)Zeugma antik kentinde,Belkıs Harabelerinin bulunmuş ve antik kent ile birlikte Gaziantep'in simgesi halini almış.Çingene Kızı mozaiğine konu olan kişinin cinsiyeti bir tartışma konusu olmakla beraber; figürün Yer Tanrıçası ve tanrıların anası Gaia veya Büyük İskender olduğuna dair farklı görüşler bulunmaktadır.Fakat mozaiğe saç örgülerinden dolayı halk arasında "Çingene Kızı" denilmekte... Biz de bu isimle biliyorduk... Zeugma Mozaik Müzesi'nde Işıktan korunarak ayrı bir odada sergilenen bu eseri dakikalarca hayranlıkla seyrettik... Monaliza yapıtı gibi gözleri her açıdan size bakıyormuş gibi görünüyor. Belki sizler de -benim gibi- bunun biraz olsun sizin bakış ve görüşünüzle ilgili olduğunu düşünebilirsiniz...
Gaziantep doğu illerimizin modern kentlerinden... Eski çarşısı ve diğer pek çok turistik yerleri ile göz dolduruyor. Kaldığımız süre boyunca şehrin her köşesine girip çıktık. Son günümüzde en çok kuru baklavadan oluşan hediyelerimizi satın alıp gecesinde yola çıktık. Bisikletlerimizi otobüse yüklerken muavinin ısrarla avanta istemesi bile dolu dolu bir Doğu Anadolu turu ile anılarımıza çok şey katmış olmanın mutluluğunu bozamadı
Antep'ten otobüsle döndük... Bu bölgede geçirdiğimiz üç haftalık maceramızı makinemdeki fotoğraflara tekrar tekrar bakarak gözden geçirdim. İtiraf etmeliyim ki,en uzak ülkelere gidip buraları ihmal etmiş olmanın ezikliği yol boyunca beni rahatsız etti. Bekle bizi Güney'in coğrafyası, en kısa zamanda tekrar geleceğiz.