Bisikletle RODOS TURU (300 KM)
RODOS ADASI 29 Ocak 2016,Cuma Fas turu dönüşümün üzerinden sadece üç hafta geçti. Bu süre içinde İzmir gibi ılıman bir şehirde bile soğuktan donduk.Neredeyse tüm Türkiye'de kar yağdı.Eh ben de hiç kaçırmam, soğuklar ara verince bir haftalık hava raporuna güvenerek planladığım Rodos turu için Marmaris'teyim. Yeşil Marmaris firmasına ait katamaranın kalkış saati 15.00 ve yolculuk tam bir saat sürüyor. Eğer katamaran olmayıp bir feribota binmiş olsaydık, iki saatten fazla yolculuk yapacaktık. Bu da Rodos'a vardığımda gümrük işlemleri tamamlanıncaya kadar havanın kararması demekti. Çadırda kalmayı planladığım için gece karanlığında yer bulup yerleşmek sıkıntılı olacaktı. Turizm acentalarının getirdiği bir kaç otobüs dolusu turist yolcular Marmaris Limanı'nı panayır yerine çevirmişti. Bisikletli olduğum için sabırla bekleyip en son binen yolcu ben olmuştum. Rodos Limanı'nda da en son inen ben oldum. Kontrol polisi bisiklete meraklı, Ada'nın kuzeyindeki dağlık bölgeyi öneriyor. Rotamda buranın da olduğunu söylüyorum. Fazlasıyla lafa tutulmuşum, benden başka hiç kimse kalmamış, valiz kontrolü yapan memurlar "Hadi artık!", der gibi suratıma bakıyorlar. Kontrol sonrası tekrar yola düzülürken polislerden biri bisikletimi tutarak bana yardım ediyor. Bisiklet çantalarımı takıp Yunanca teşekkürle ayrılıyorum."Efharisto poli!" Hava kararmadan önce şehir merkezinden uzaklaşıp kırsal bir alanda çadır kurmak zorundayım. Kafamda belirlediğim yere varmak için adanın doğu tarafından güneye doğru 5-6 km pedal çeviriyorum. Birazdan deniz manzaralı, yeni sürülmüş mis gibi toprak kokan iki tarlaların içindeyim. Traktörün giremediği ağaçlık bölge, tarlalar arasında uzunlamasına bir sınır oluşturuyor. Yeşil çimenli, pıtraksız, tam çadırlık!.. Hava kararmak üzere...Hemen göçebe evimi kondurup giriyorum içine... SALAKOS KÖYÜ 30 Ocak 2016,Cumartesi Gece harika bir hava vardı. Yıldızlar dolusu pırıl pırıl bir gökyüzü. Çadırımın girişini açık bırakıp saatlerce gökyüzünü seyrettim. Arada bir alev topunu andırırcasına kayan gök cisimlerini izledim. Kimileri, ışıkları küçülüp gözden kaybolana kadar yavaşça hareket ediyorlar. Aynı anda bir kaç tane birden yıldız kaymasına tanık oldum. Sırrını bilmediğim ışık denizini seyrederken iki tane yuksek alkollü strong birayı nasıl bitirdiğimin farkında olmamışım. (Dün haritamda yerini önceden imgelediğim Lidl Market'ten alel-acele almıştım.) Gecelerimin değişmeyen çadır eğlencesi kitap, çekirdek, bira ve yalnızlığım...Bu yaşam şeklini seviyorum. Sabah çadırımı toplayıp yola koyulduğumda saat sekizbuçuğu gösteriyordu. Tekrar kuzeye pedallayıp şehir merkezinde kurulu pazar yerini geçtim. Surlarla çevrili eski şehrin içine girmeden sahil boyunca havaalanına kadar pedalladım. Tellerle çevrili alanın bitiminden sonra Theologos'a gelmeden sola, Valley of The Butterfly (Kelebekler Vadisi) yönüne girdim. Yönü gösteren tabelaya göre 7 kilometre sonra hedef noktasında olacağım. Yol fazla yokuşlu değil. Yavaş yavaş yükseliyorum. Bu arada zeytinlikler bitiyor ve daha sık çamlık arazi başlıyor. Şu an kapalı olup yaz mevsiminde doğal ürünler satan dükkânlar, şarap evleri ve çanak çömlek galerilerini geçtikten sonra Kelebekler Vadisindeyim... Reklam tabelalarına bakıldığında Rus turistlerin Ada'ya gelen en yoğun ziyaretçiler olduğu anlaşılıyor. Vadi girişinde her yer kapalı. Çünkü turist mevsimi değil. Bu da bizim için bulunmaz bir nimet bence... "Bizim için" derken, arada tek veya gruplar halinde geçen bisikletçileri, ellerinde botonlarla yürüyenler ve piknik yapan aileleri de kastediyorum.
Kelebekler Vadisi,Rodos
Basit bir menüden oluşan öğlen yemeğimi burada yedikten sonra rampalara sarıp Psinthos'a devam ediyorum. Amacım aynı yolu geri dönmemeden Eleousa Köyü'ne çıkmak. Bir kaç kilometre tırmanıştan sonra baktım ki yol asfalttan çıkıp patikalara dönüşüyor, devam edemiyorum. Ne yazık ki buradan geri dönmek zorundaydım. Bu kadar yokuş çıkmışım, değerlendirip biraz resim çekmekle avutuyorum kendimi. Sonra sahil yoluna tamamen inmeden sola Theologos'a girip hiç değilse dönüş yolumun bir kısmında değişiklik yapmış oldum. Soroni ve Kalavarda geçildikten sonra Salakos yoluna, yani tekrar dağlık bölgeye yöneldim. Deniz kenarı düz yolda uzun uzun bisiklet sürmeyi anlamsız buluyorum. Ormanlık alanda olsa tamam...Ama en iyisi çok derin iniş-çışları olmayan yaylalar... Çok fazla inmeyeceksin, çünkü bir de tırmanması var. İniş hızını kullanıp zorlanmadan aynı vitesle çıkabileceğin kısa rampalar olacak hep...Battı-çıktı sürüşlerle devamlı yükseklerde gideceksin. Dağlar karşında yakınında seninle beraber ilerleyecek, denizleri, ormanları aşağılarda seyredeceksin... Salakos yolu pek böyle değildi.Karşımda yağmur bulutlarını başına toplamış bir dağ vardı. Ona doğru onlarca metre tırmanarak yaklaştım.Ve sonunda köyün hemen çıkışındaki bir düzlükte konaklamak üzere durdum. Karşımda yeşil bulut gibi budanmiş, geniş ve alçak bir zeytin ağacı duruyordu. Zemindeki taşları temizleyip çadırımı kurdum. Arkamı dağa yaslamışım, önüm yeşil mi yeşil vadi...Ekmeğim var, suyum var. Hiç zorlanmadan derin derin nefes alabiliyor, oksijenin her zerresini ciğerlerimde yakarken kendimi şanslı hissediyorum. Kilometre sayacıma göre toplam 80 km yol yapmışım.
Salakos, Rodos
ASKLIPIIO KÖYÜ 31 Ocak-01 Şubat 2016,Pazar-Pazartesi WS' dan tanıştığım Pavlos' un yaşadığı köy bundan sonraki durağım olacak... Ben 1 Şubat günü öğle saatlerinde köye ulaşacağımı bildirmiştim. Aslında görünüyor ki bir gün öncesinde orada olabilirmişim. Asklipiio Ada'nın doğu yönüne bakıyor. Deniz kıyısı yerleşimi olan Kiati'nin hemen üzerinde, bir kaç kilometre içeride kalıyor. Köyün pek çok evinden denizi görmek mümkün. Ben ise şu anda kuzeye yakın batı yönündeyim. Adayı ortadan yarıp diğer tarafına geçeceğim. Gecenin sessizliğinden sonra sabahın erken saatlerinde yakınlardan gelen insan sesleri duymuştum. O yöne doğru pedalladığımda gördüm ki patates toplayan siyah tenli tarla işçileri...Daha sonradan bunların Afrika kökenli ve Pakistan'lı sığınmacılar olduklarını öğreniyorum. Önceki yıllarda Midilli' de de pek çok sığınmacı ile karşılaştığımı hatırlıyorum. Atina'da kalabalık mahalleler oluşturduklarını da görmüştüm. Yunanistan'ın şu andaki Suriye'li sığınmacıların diğer Avrupa ülkelerine geçişlerine kasıtlı olarak göz yumduğunu düşünenlerdenim. Sosyalist hükümet insanlık adına kasıtlı olarak sınırlarını pek iyi korumuyor, yükün kendinde kalmaması için de diğer ülkelere geçişlere göz yumuyor. Hatta bu konuda Almanya hükümetinden fırça yediğini de gördük. Salakos ile Apollana arası 14 km...Konakladığım noktadan tam 12 kilometre sonra Apollana Köyü'ne girdim. Şubat ayında kısa kollu T-shirtleyim. Üstelik rüzgara maruz kaldığım bisiklet tepesinde... Apollo Ada'nın iç kesimindeki tüm köyler gibi tepelerde kurulmuş beyaz badanalı evleriyle güzel bir köy... Her evin bahçesinde ve kapı önlerinde renk renk çiçekler var. Özellikle de mor begoviller... Merkezdeki bir taverna önünde oturup köylülere Yunanca selam verdiğimde kendilerinden zannedip Yunanca konuşmaya başlıyorlar. Orta yaşlılar genellikle Almanca biliyorlar. Çoğu oralarda çalışan kişiler. Biraz İngilizce, biraz Almanca derken anlaşabiliyorsunuz. Genç insanlardan pek çoğu vasatın üzerinde İngilizceye hakim. Henüz öğlen olduğu için köy çıkışındaki arı kovanlarının bulunduğu bir düzlükte piknik yaparak oyalanıyorum. İşçi arılar vızır vızır çalışıyorlar. Benekli cins, daha önce hiç görmediğim bir ırk bunlar. Bu arada öğlen yemeğimi de aradan çıkarıyorum. Menü de ne mi var? Mısır ekmeği, domates, bahçelerden kopardığım limon, konserve ton balığı ve kırmızı soğan... Bisikletimi karelerin bir köşesine denk getirerek pek çok resim çekiyorum.Aşağımda kalan derin vadideki çakıl taşları buranın kurumuş bir akarsu yatağı olduğunu gösteriyor.Karşıda ise oldukça heybetli çorak bir dağ duruyor. Apollo' dan sonra hiç alçalmadan zirvelerde yol alıyorum. Ormanlık alanın içindeyim.Karşımdaki vadide uzanan küçük bir göl var. Durup bir kaç resim çekiyorum. Devam ettimde göle inen toprak yolla karşılaşıyorum. Henüz yeni açılmış, asfaltlanma aşamasında... Haritamda görünmüyor. Bir-iki kilometre salıyorum kendimi gölün kıyısına... Sazlıktaki yaban ördekleri iç kesimlere doğru kaçışıyorlar. Onları ürküttüğüme bir an üzülüyorum. Uzun bir dinlenme, göl manzarası resimleme ve meyve partisinden sonra toprak yoldan çıkıp ana yoldan Laerma Köyü'ne varıyorum. Laerma girişinde sola doğru Lardos ve Lindos'a giden bir yol var. Belki de Rodos'un en güzel yerleşimine giden yol burası... Merakla içinden geçeceğim günü, belki de gecelemeyi beklediğim yer. Köyün merkezine çıkan yol boyunda dinsel bir kahramanlık öyküsü olduğunu düşündüğüm duvar resmi çalışmasıyla karşılaşıyorum. Birkaç resim çekip meydana geldiğimde bir kilise, etrafında bir iki taverna çıkıyor karşıma... Klasik bir Yunan Köyü... Taverna tamamen bizim bildiğimiz anlamda değil...Yemek ve içki de satan sıradan kahvehaneler de "Taverna" tabelası taşıyor. Yolu tam kestiremediğim için tavernada bira içen gençlere sordum. Bir tanesi akıcı İngilizce ile hızlıca tarif etti. Köy çıkışındaki manastırı gösteren tabelayı takip edecektim. Asklipiio köyünü gösteren hiç bir yol işareti yoktu... Bu yolun pek kullanılmadığı ortada, tanik olduğum trafik hareketsizliği zaten bunu kanıtlamış oluyordu... Asklipiio hemen bir-iki km ötemde... Köydeki misafirliğim yarın. Saat henüz 15.30 ve havanın kararmasına en az iki- iki buçuk saat var. Olsun... Köye karşı bir zeytinlikte çadırımı kurup erkenden kampa çekiliyorum. Yarın ola, hayır ola !... Sabah arka lastiğimin patlak olduğunu gördüm.Tamir yaparken baktım yandaki zeytin tarlasında bir kadın budama yapıyor. Hemen Yunanca ı patlattım. Kesinlikle kendi milletinden olduğumu zannetmiştir.Nitekim çadırı toplayıp giderken Yunanca birşeyler söyledi.Benim bön bön baktığımı görünce de konuşmasını İngilizceye çevirdi. "Bye,bye!"... Düşündüm, bizim ülkemizde sabahın köründe tek başına bir kadın traktörle tarlaya gelmiş ve içinde kurulu bir çadırla karşılaşmış. Elin Yunanı adam kadına sesleniyor: "Günaydın, günaydın!"... Neyse, bizde yanında erkek olmadan dağın başındaki tarlasına kadın başına gelebilecek pek kimse olamayacağından bunları düşünmenin de, konuşmanın da bir anlamı yok.Biz karşı dairemizde oturan komşumuzla apartmanımızın merdivenlerinde bile selamlaşmadan geçen bir toplum olma yolundayız.Yazık, ama böyle işte! Birkaç virajlı iniş çıkış sonrası Asklipiio Köyü'nde bir bakkaldayım. Saat henüz on-onbuçuk gibi...Bakkal arkadaşımız arnavut bıyıklı orta yaşlarda boylu poslu biri... İngilizcesi benden mükemmel... Pavlo'nun telefonunu verip aramasını rica ettim.Biraz erken oldu ama, farketmez diye düşünüyorum.Bir iki dakika içinde Pavlos köy meydanında belirdi. Uzaktan seslenişi kırk yıllık dost gibiydi. "Hey! Kemal!..." Pavlo, uzun süre İsviçre'de yaşamış bir ailenin çocuğu. Sekiz yaşındayken gitmiş. Abisi ve bir de ablası ile beraber üç çocuk oradaki üniversitelerde Almanca eğitim almışlar. İngilizceye gerek kalmadı, Almanca konuşuyoruz. Tipik bir Yunan evindeyiz... Bizim bahçeli Türk tipi eski evlerimiz gibi. Avlunun içinde sandalye, masa, beyaz kireç badanalı teneke saksılarda çiçekler, çeşme... Evde komşular da var. Pavlos'un yaşlı annesi Maria Teyze'ye gelmişler. Bakıcı genç bayan pişiriyor.Onlar diyorlar. Maria Teyze Türkiye'den getirdiğim çikolata kaplı pişmaniye helvasını titrek elleriyle açıyor ben ikramını yapıyorum. Üzerine Pavlos'un ağabeyi Ioannis geliyor.
Asklipio Köyü,Rodos
oannis süper muhabbetçi biri,Türkiye'ye çok sık gidip geldiği için bizdeki fiyatlar,gelir durumu, politik ve sosyal yaşam konusunda çok bilgili...Hararetli sohbetin ardından sofraya geçiyoruz. Sofrada neler mi var? Yoğun kıvamlı tarhana çorbası... Üzerine yağda kavrulmuş kırmızı pul biberli sos gezdirilmiş. Onlar da diyorlar.Yanında bol soğanlı kıvırcık marul salatası ve ardından cevizli irmik helvası...
Yarın tura pavlo ile devam edeceğiz.Akşam üzeri onun bisikletini hazırladık.Daha sonra çadır malzemelerini düzdük.İsviçre'den getirdiği henüz hiç kullanılmamış şişme matlar, uyku tulumları, bir sürü değişik kamp malzemeleri yıllardır kenarda durmuş.Hepsini elden geçirip sohbet ediyoruz. Bu arada Pavlo'un hayat hikayesini dinliyorum.Kış aylarını İsviçre'de geçirirmiş, ama bu yıl yaşlı annesinin yanında kalmak istemiş. Yaş 52, hala evlenmediği için Maria Teyze'nin sık sık söylenip başının etini yediğini söylüyor.
MOLITHOS KÖYÜ 2 Şubat 2016,Salı Pavlos'un idmansızlığını dikkate alarak önce yokuş aşağı denize inip sürdük.Daha sonra sıkı bir erzak alışverişi yapıp yine rampasız düz yoldan devam ettik. Yüküm iyice ağır ve ön çantalarım olmadığı için biraz dengesizdi.Kısa turlarda sadece arka bagajımı kullanıyordum.Bu da aslında bir hata idi... Bununla kalsa iyi, yanımda yedek jant telim de yok.Korktuğum başıma geldi.Arka jant tellerimin biri yüreğimi kaldıran o "çıt" sesiyle kopuverdi.Her zaman böyle olur; tel koparken adeta yüreğim de kopar. Kendime kızarak eksik telle yola devam ediyorum. Elimiz mahkum.İşin kötü yanı arka tekerde çok güvenmediğim değiştirilmesi gereken zayıf bir tel var.Onu Fas'taki turumda taktırmıştım.Bisikletim daha 2-3 hafta önce 5.000 kilometrelik turdan dönmüş.Bu yorgunlukla hiç bir bakım görmeden sadece iyice kurumuş zincirini biraz yağlayarak yola çıkmışım.Neyse, avucumun içi kadar Ada ve yanımda buranın dilini konuşan bir arkadaşım var.Yolda kalmayız herhalde... Gennadi sapağından girip yedi kilometre ilerideki Vati Köyü'ne girdik. Pavlos beni köy merkezdeki tavernada karşılaştığımız yaşlı bir adamla tanıştırdı. İlkokulda iki yıl kendisine öğretmenlik yapmış. Onlar bir birlerine sarılırken, ben de özellikle ilkokul öğretmenlerinin çocuklarda bıraktığı o izlerin nasıl da derin kazındığına tanık oluyordum.Demek ki, öğretemenlik her ülke insanı için en saygın mesleklerden biriydi. Pavlos'un, 21 vitesli, tek kat jant çemberli aylarca kenarda kalmış o hantal bisikleti ile korktuğum kadar zorlanmadan Isidoros Köyü'nün uzun ve dik yokuşlarını çıkması harikaydı. Üstelik Profilia'dan sonra tam karşımızdan esen şiddetli rüzgara rağmen...Şaka yollu benimle uzun turlara çıkmak istediğini, kendisini yanıma kabul edip etmeyeceğimi soruyordu. Ben de önce sınavı geçmesi geretiği şeklinde şaka ile cevaplar veriyordum.Köyün kış aylarında açık olan bir kaç tavernasından birinde Pavlos'un ısrarı ile oturmuş yemeklerimizi yerken konu bu konu tekrar açıldı. Kendisine sınavı geçtiğini söyledim. Çok güzel bir yemekle saatlerce oturup lafladık.Tavernadaki diğer insanlar da köylerine misafir gelmiş bu Türk insanına gereken ilgiyi gösterdiler. Basit yaşamları olan anayurtları Yunanistan'dan kilometrelerce uzaktaki bu adanın temiz yürekli köylüleri Anadolu'nun kirlenmemiş insanları kadar samimi ve temiz yürekliydiler. Saate baktık, neredeyse akşam olmuş.Molithos Kalesi'nde konaklamayı hedefliyorduk.Acaba yetişebilecekmiyiz diye telaştayız.Hedef şaşırmış oluruz en fazla, dünyanın sonu değil. Yine de bastırarak onbeş kilometrelik yarı rampalı yolu bir buçuk saate sığdırmayı başardık. Tabi ben bu arada sürekli olarak her rampanın başında Pavlos'u bekleyip yalnız bırakmadan gaz vermeye çalıştım. Amaç, Molithos Köyü'nün bir iki kilometre ilerisindeki denize hakim doyumsuz bir manzarası olan Molithos Castle(Molithos Kalesi)'da konaklamaktı. ama Fikir değiştirdik. Bunun sebebi rüzgarın çok sert olmasıydı. Daha kuytu bir alan bulmalıydık. Hemen köyün çıkışında sola inen toprak yola girdik.Daha yolun başında sağa giren taşlı bir patika bizi on-onbeş metre sonra terkedilmiş eski kovanların olduğu düz bir yeşillik alana çıkardı. Çamlar arasında kel kalmış yarım dönümlük kuytu bir arazide çadırlarımızı kurmaya başladık. Pavlos'un karmaşık düzenli çadırı öncelikliydi. Daha önce hiç kullanmadığı için nasıl kurulduğunu bilmiyordu. Yeni bir icat yapıyormuşçasına çadırın sırrını adım adım çözdük.Yarım saat süren bu telaşlı yap boz çalışmasından sonra ben kendi çadırımı kurarken Pavlo'nun yaptığı itiraf gerçekti. Bana yardım etmesi gerektiğini, ama kamp konusunda beceriksiz olduğunu söyledi. Bu yaşam şeklini çok istiyor, çok canı çekiyordu ama, pek de ona göre bir şey değildi. Evet, bana göre de outdoor dersinden sınıfta kalmıştı. Kilometre sayacım bugün için 50 km kadar yol yaptığımızı gösteriyor. LINDOS 3 Şubat 2016,Çarşamba Sabah boş kovanların üzerinde kahvaltı ettik. Rüzgar kalmış, pırpıl pırıl bir hava vardı. Şubat ayındayız ve dağın başı yükseklikte ve de bu erken saatte bize gölge aratacak kadar sıcak bir hava var. Bu sıcaklık bizi, aşağılara indiğimizde denize girmeye bile cesaretlendirebiliyor. Önce kaleye pedalladık. Hemen aşağımızdaki tepe üzerindeki kalenin muhteşem bir görüntüsü vardı. Sadece kalenin değil, hemen karşımızdaki küçük koyların o turkuaz renkli tertemiz suları da insanı içine çeken harika manzaralar sunuyordu.Keşke dün burada çadırımızı kurup da, akşamı güneşini batırıp sabah bu manzaraya karşı uyansaydık.Şu an sadece resim çekmekle yetiniyoruz.
Molhitos Kalesi,Rodos
Molithos'a dönüp oradan Apollakia Köyü'ne indik.Artık ara sıra küçük rampalar çıkıp, sürekli inecektik...Köyde meydandaki tavernalardan birinde kahvelerimizi içip tekrar pedalladık.Düz yolla deniz boyundan önce Kattavia'ya indik, oradan da Lachania'ya geldik.Burada Pavlos'un girişteki tavernada yemek yeme ısrarını geri çevirdim. Turistik bir Ada. Ürünler Anayurt Yunanistan'dan gemiyle geldiği için pahalı.Misafir olarak boş masraf yaptırmaktan kaçınırım ve kendim de gerekli zamanlarda para harcarım. Yanımda fazlasıyla erzak var... Peynirimi çıkarıp domatesimi kaserek bizikletimin arkasında oluşturduğum sofrayı düzüyorum.İki çeşit konserve, bol limonlu barbunya plaki,sardalya ve kırmızı soğan.Üzerine Pavlos'un çıkardığı karışık çerez, sütsüz kakaolu bitter çikolata, kuru arap hurması ve önünde durup mısır ekmeği aldığımız bakkalın ikramı olan portakal... Daha ne olsun? Pavlos bir vegan... Yediği çikolata özellikle hayvansal gıda olduğu için sütsüz. Balık da bana kaldı. Bir güzel karnımızı doyurduk. Şaka olsun diye Pavlos'a hesabı taverna yerine bana ödemesini söylüyorum, gülüşüyoruz. Artık tur arkadaşımla veda saatlerim yaklaştı.Gennadi'yi geçip Askliipo yol sapağına yakın bir kafeteryadayız. Son kahvelerimizi içmek için oturduk.Ben kahve yerine bizim boğma rakıya benzeyen ev yapımı dedikleri sert içkiden aldım.Tekrar buluşmak dileklerimizi tekrarlayarak ayrıldık.Ben deniz boyundan Lindos yönünde sürerken, o sol sapaktan girerek Asklipio Köyüne pedalladı.Veda anısına durup, Pavlo'un arkasından defalarca resim çektim. Sonra kadrajımdan kayboldu.
Akşama doğru varabildiğim Lindos Kalesi'nde bir kaç resim çekip yoluma devam ettim. Köyün yukarıdan görüntüsü göz kamaştırıcı nitelikte...Bulunduğum tepenin ve karşıdaki kalenin eteklrinden aşağılara kadar onlarca beyaz badanalı evler...Akşam olmakta ve hava soğuk.Kimi evlerde soba bacaları tütüyor.Kimi evler ise boş, belli ki sadece yaz mevsimlerinde kullanılıyor.Köy, beyaz evleriyle içi badem şekeri doldurulmuş gümüş bir tepsi gibi ayaklarımın altında...Ben bu güzellikleri resimlerken bir yandan batan güneşin kızıllığı bu kez evleri sarıya boyuyor, altına dönüştürüyordu.
Lindos,Rodos
Resim çekmeye doyamamıştım.Fotoğrafı, sanat adına çeken biri olsa eminim saatlerce buradan ayrılamazdı.Ben ise hava iyice kararmadan ayrılmak zorundaydım.Bir kaç kilomerte sürüp Lindos'un sırtlarından St.Paul's Körfezi'ni geçip kartal yuvası konumundaki bir tepede durdum.Aşağısı plaj, ufukta yeni yeni yanmaya başlayan şehrin ışıkları görünüyor.Bariyerlerin geçmeme izin verdiği otel duvarını yanındaki bitiminden girip 15-20 metre kadar taşlık alanda ilerledim.Uçurumun neredeyse bir kaç metre yanındaydım.Düz ve taşsız zemin bulmakta zorlanıyorum.Nihayet müsait gördüğüm bir yerdeki taşları temizleyip çadırımı kuruyorum.Yarın kapalı ve belki de yağışlı bir hava olacak.Bulunduğum yer rüzgar çıkarsa tehlikeli olabilir.Bu yüzden çadırımı sağlam kurmaya özen gösterip tüm kazıklarımı kullanıyorum. Son kontrolleri yaptıktan sonra içindeyim.
Lindos,Rodos
RODOS(CENTER)
4 Şubat 2016, Perşembe
Rodos şehir merkezini gezmeyi son günüme bırakmıştım.Merkeze 13 kilometre kala Faliraki'de bulduğum Dolphin Apart'a öğlene kadar varmayı planlıyorum.Sonra Rodos'a bisikletle gidip kalan yarım günümü orada geçireceğim.Yarın sabah saat sekizde kalkacak Marmaris Feribotu ile dönmeyi düşünüyorum. Eğer şehri gezmek için yarım günü yeterli bulmazsam belki bir gün daha kalıp ertesi gün dönerim.
Arada sıkı rampalar olmasına rağmen 35 kşlometre kadar sürüşle kalacağım yere vardım.Apart sahibi Volula ile çabuk kaynaştık.Bir gecelik ödememmi yapıp hemen şehire pedalladım.Akşama kadar girmedik sokak, çekmedik resim bırakmadığımı abartılı da olsa söyleyebilirim.
Çok büyük yerleşim değilse de, bir ada şehri olarak Rodos pek de küçük sayılmaz.Old City tamamen kalenin surlarıyla çevrili... Pek çok yerinden trafiğe açık giriş kapısı var.Turistik yerel işletmeler yanında Strarbucks gibi markalar da var.Eski mimari çoğunlukla İtalyanlardan miras... Adada kaldıkları kısa zaman içinde çok işler yapmışlar.Osmanlılardan kalan bir kaç cami minaresi kiliselerin çan kuleleriyle birlikte adeta barış çağrıları yapıyor.
Rodos Limanı,Rodos
RODOS-MARMARİS(DÖNÜŞ)
5-6 Şubat 2016,Cuma-Cumartesi
Cuma günü için bir gün öncesinden limandaki feribot şirketine telefon etmiştim.Sabah hereket saatinden en az bir saat önce orada olmamı söylemişlerdi.Gece internet üzerinden takip edip yarınki feribot seferinin iptal edildiğini öğrendim.Mecburen bir gün daha kalıp Volula ile zaman geçirdim. Bahçedeki kaferyada gün boyunca sohbet edip kahve içtik.Yarım almancasıyla bol bol siyaset konuştuk.Türk Yunan halklarının kardeşliğinden, biri birlerine olan benzerliklerinden, politikacıların yanlış ve kötü yönetimlerinden bahsettik.
Ertesi günü bir haftalık turumun nihayetinde gecikmeli de olsa evime döndüm.Kapıda neşeyle karşılanmak ne kadar güzel bir şey...Benim için yola çıkmak ve yolda olmak kadar kavuşmalar da çok güzel.Bu buluşma anlarını çok seviyorum.