[ google-site-verification: google096b424537a64561.html googlecb521646d1f4a805.html] google-site-verification: google096b424537a64561.html
BİSİKLETLE EDİRNE(Türkiye)-BUDAPEŞTE(Macaristan) TURU
İZMİR-EDİRNE
31 Mart-01 Nisan,2016
Gece yarısı İzmir'den bindiğim otobüs Edirne'ye vardığında muavinin kara haberi ile neye uğradığımı şaşırdım. Bisikletimin ön çantalarını içindeki eşyalarla birlikte siyah bir poşete koymuştum, başkasınınkiyle karışmış...
Muavin korkarak,
"Abi senin çantayı Eceabat'ta birine vermişiz."demesin mi?!
Yoğun telefon trafiğinden sonra Edirne'de kalıp bir orası bir burası akşamı ettim. Gece terminalde uyku tulumuna girip bankların üzerinde sabahladım.
Çantalar geldi, ama sedece biri... Karşı tarafla dakikalarca tekrar görüştüm. Adam resmen inkar edip olanı gönderdiğini söylüyor.Yapacak birşey yok... Tek çantanın içindekileri diğerlerine sıkıştırıp sadece arka çantalarla yola devam etmek zorundaydım, öyle yaptım...Tabi ki yük dağılımı düzgün olmadığı için arka tekerlek işkenceye dayanamayacak, yolda bir kaç kez tel kopacaktı...
EDİRNE-SOFYA
02 Nisan-06 Nisan,2016
Moralimi toparlamaya çalışarak kendimi yol moduna sokmayı başardım. Mevcut imkanlarla yola koyulup 15 km sonra Karaağaç'a vardım. Börekçiden aldığım nevaleyi bir kahvede oturup afiyetle yedikten sonra Pazarkule Sınırkapısı'na dayandım. Harç puluna 15 TL bayılıp çıkış kaşesini aldım.Bu arada tanık olduğum Türkiye'ye geçiş yapan yabancı araç sürücüleri ile sınır polisi arasındaki diyalog pek de kibar sayılmazdı...
Her zamanki gibi yıllardır kendime sorup, yanıt bulamadığım sorular geçti aklımdan...
Neden sınır kapılarımızda daha donanımlı memurlar çalıştırmayız?
Neden çoğu sınırlarımızdaki binalar karşı tarafınkinden modern değildir?
Neden memurlarımız yabancı dil konuşma özürlüdür?
Neden özellikle ipsala sınır köprüsündeki askerlerimiz boylu poslu çakı gibi olanlardan seçilip de düzgün giydirilmez? Ve en azından kendilerine verilen bir selamı alacak kadar dil eğitimleri yoktur?
Bunlar basit çözülebilecek şeylerdir, ama kimsenin dikkatini çekmez, önemsenmez.Memeleketin cümle kapıları buralar, tüm ülkenin aynası... İlk izlenim, ilk intiba denen bir şey vardır.
Bir sürü üniversitemiz var diye hava atarız ama, insan vasfını göz ardı etmekte de üzerimize yoktur.
Pazarkule Sınır Kapısı,Karaağaç,Edirne
Tampon bölgeyi geçip Yunanistan sınırına giriş yaptım. Polis kontrol binasının karşısında freeshop var. Yunanistan'da kalmadan Bulgaristan'a geçeceğimi düşünerek dörder euro ödeyip en ucuzundan iki tane yetmişlik uzo aldım...Bizim bir kaç iyi markalar dışındaki ucuz rakıların yanında bir numara sayılırlar. Bilakis benim tarafımdan turumun ilk iki haftası boyunca idareli ve de itina ile tüketilip kalitesi tescillenmiştir.
Anayolu kullanmadan Kastanien,Marasia,Dilosof köyleri içinden geçerek Dikaia'ya çıkmak niyetindeydim. Son yağışlarda Arda Nehri coşmuş, Marasia yakınından karşıya geçmenin mümkünü yok... Mecburen 51 numaralı karayoluna çıkıp Bulgar sınırına kadar bu yoldan devam etmeyi tercih ettim..
Yunanistan sınırları içinde sadece 35 kilometrelik bir sürüş yaptım. Ormanio'dan sonra Bulgaristan topraklarındayım...
Arda Nehri,Yunanistan
Harmanlı pek çok müslüman soydaşın yaşadığı bir yer... Kominizm zamanından kalma sıvaları dökülmüş soluk renkli binalar insanın içini karartıyor. Şehir içi nispeten daha modern. Orta yerde küçük bir park var.
Haskovo,(Yakıt Fiyatları),Bulgaristan
Gün içinde yol üstündeki seyyar dükkanlarda mola verdim.Burada rakı yapımında kullanılan boy boy damıtma kazanları dikkatimi çekti. Satıcısı soydaşlardan...Türkçe konuşuyor. Türklerin en iyi müşterileri olduğunu söylüyor. Tırcılarla Türkiye'ye kazan gönderiyormuş. Hafta sonlarında Edirne'den günü birlik gelen müşterilerden falan bahsediyor. Adam çok da çenebaz...
Bütün esnaf başımıza toplandı şamata yapıyoruz. Bisikletle yolda olmam tartışılıyor. Her kafadan peşpeşe sorular geliyor. Turcular bilir, malum sorular bunlar.Bu arada Bursa plakalı bir araç durdu. Onlarla da kaynaştık.Kendilerinin Hasköy'den göçüp Türkiye'ye yerleştiklerini söylediler. Sıklıkla gelip yakınlarını ziyaret ediyorlarmış. Kadın satıcılarla resim faslından sonra ceviz ve bir şişe şarap satın alıp Bulgaristan'daki ikinci gecemi keyiflendirmek üzere devam ediyorum.
Plovdiv(Filibe) girişinde fransız bir genç bisikletçiyle karşılaştım. Rotalarımız aynı yöne değil, aksine bibirimizin geliş yönlerine doğruydu. Edirne'den İstanbul'a geçecekmiş. İstanbul'da bisiklet kullanmanmak!
Cesaret mi, bilgisizlik mi? Bunu pek ayıramadım.
Yollarımız hakkında birbirimizle bilgi alışverişi yaptık.Kapıkule'den trene binmesini önerdim.Sonra şehir tabelasının önünde beraberce bir fotoğraf çekilerek ayrıldık.
Plovdiv(Filibe)Bulgaristan
Plovdiv cami, manastır, antik tiyatro gibi pek çok görülecek eserlere sahip. Daracık sokaklarıyla rengarenk Osmanlı evleri görülmeye değer.Bir gün olsun kalınacak yer. Fazla takılmadan ayrıldım.
Dünkü 87 kilometrelik sürüşten sonra bugün de 90 kilometre ile Pazarcık yakınlarındayım. Gece yine bir tarla kenarındaki ağaçlığın içinde çadırımı kurdum.Sabah erkenden şehre girip gezmeyi planlamıştım. Biraz tembellik yapıp öğlene yakın saatlerde pedal basmaya başladım...
Yol üzerinde tarlada kalabalık bir tayfa çalışıyor. Bir kaç poz resim çekmek üzere durdum. Tayfabaşı Bulgar. Tarla işçilerinin büyük çoğunluğu türk kökenli soydaşlalarımızdan oluşuyor. Bunların da bir kısmı roman... Türkçeyi tıpkı bizim romanlar gibi konuşuyorlar. Her zaman olduğu gibi bisikletli olmam burada da öne çıkıyor, pek çok soru ile karşılaşıyorum.
Bir süre sonra ben hepsinden üste çıkıp kendi sorularımı sordum. En çok merak ettiğim günlük yevmiyeleriydi. Çamur içindeki tarlaya sıra ile fidan diken işçilerin günlük yevmiyeleri 15 leva, 1 levasını tayfabaşı alıyormuş. Kalan 14 Bulgar levasının karşılığı 7 dolara tekamül ediyor.
Daha sonra araştırdığıma göre 2016 yılında Bulgaristan'da açıklanan asgari ücret 350 Bulgar Levası...
Yol boyunca metematiğe boğulmuştum. Konakladığım yerden şehir girişine kadar yirmibeş kilometre pedallamışım... Nasıl geldiğimi anlayamadım.
Binalar yine aynı soluk soluk, insanın içini karartıyor. Pencerelerde renk renk çamaşırlar asılı... Televizyon anten kirliliği felaket boyutta...
Poğaça börek satan bir dükkanda karnımı doyurdum. Buralarda kadınlar erkeklerden fazla çalışıyor gibi görünüyor.Zira her yerde kadın satıcılarla karşılaşıyorum. Sokaklardaki temizlik işçilerinin de çoğu kadın...
Şehrin girişindeki donukluk merkezde renkleniyor. İçinde pek çok heykellerle donanmış geniş bir park alanı buranın kalbi gibi... İnsanların giyim kuşamındaki imitasyon markalar burada gerçeğe dönmüş durumda... Caddelerde daha modern giyinmiş şık kadınlar görebiliyorum.
Pazarcık'tan çıktım. Pek geniş sayılmayacak nitelikteki 8402 numaralı yoldayım. Karabunar köyünden geçerken üzüm bağları dikkat çekiyor. Evlerin önlerinde yol üstüne kurulmuş tezgahlarda her çeşit ev yapımı alkollü alkolsüz içecekler satılıyor. Burası Vinogradets (Şarap Şehri) Her ne kadar şarap baş rolde olsa da ülkenin her yerinde olduğu gibi kaşkaval peyniri hiç bir yerde öne çıkmaktan kusur kalmıyor.Hem de peynir yerine "Pinir" gibi türkçe yazılmış tabelalar bile asmışlar.
Meydandaki bir arada kurulu üç beş tezgahın önünde durdum. Satıcılar her zaman olduğu gibi kadın. Sadece birinde yaşlı bir amca vardı. İlgi gösterince onun tezgaha yanaştım.Bir kaç boyda şişelenmiş beyaz,kırmızı ve pembe şarap satıyor. Damıtılmış daha sert içkilerin yanında üzüm yapımı alkolsüz diğer mauller de var.
Amca Avusturya'da kalmış.Biraz Almanca biliyor. Üzümlerinin özellğinden başlayıp şarap imalatındaki ince sanat sırlarını veriyor. Bir yandan da şat bardağınla her birinden tadıyorum. Amca bonkör, tezgahındaki iç cevizlerden de bir avuç tutuşturuyor. Kırmızı şarabın içimi gerçekten çok mükemmel... Bir adet bir buçuk, bir adet bir litrelik şaraba 6 Bulgar levası ( 3€) ödeyerek çantalarıma yerleştiriyorum.
Vinogateds,Bulgaristan
Sofya'ya 110 kilometre kadar yolum var. Hava yağmura çevirecek gibi görünüyor. Bu zamana kadar olan sıcaklar belli ki yağmur sıcaklarıydı.Dün geceyi Vinogradets'ı çıkar çıkmaz ilk yol ağızındaki yeşillikte geçirdim. Tadımlık şaraplar iyice gevşetmişti. Çadırımı biraz erken kurup geç saatlere kadar müzik dinleyip ,kitap okudum. Önce bir litrelik şarabı açtım.İyi kafa yapıyor. Yarısından biraz fazlasını ancak içmişim. Deliksiz bir uyku çektim.
Sabahın köründe talihsizlik, arka tekerlek tel kopardı. Değiştirmek için durdum. Çok geçmeden bir minibüsten inen adam yanıma gelip yardım teklif etti. Bulgarca konuşuyordu. Ben onu anlamaya çalışıp ingilizce basit kelimeler ve yanına vücut dilimi katarak karşılık veriyordum. İnsanlar başka dilleri konuşuyor olsalar bile biraz el kol yardımı, biraz ortak kelimelerle birbirlerini anlayabilirler. Yeterki samimi olsunlar, içten davransınlar.
Birazdan sürpriz bombası patladı.Arkadaşımız yakın köylerden ve bir Türk... Beni yabancılara banzetmiş. Bu yüzden Türkçe konuşmayı akıl etmediğine yanıyor. Olsun be ya Kerim Aga, bak ne güzel anlaştık.
Çevre üzüm bağlarıyla dolu olunca, mahabbet şaraba geliyor. Kerim arkadaşımızın eşi Bulgar... Satın aldığım şaraptan söz edince küçük satıcıların bazen ektra alkol katıp derecesini artırdığını ve şarabın rengi için de gıda boyası kullandıklarını hatırlatıyor ve sonra da arabasından bir litrelik şarap hediye ediyor.
Biz bir liralık üzüm şarabına ödediğimiz onlarca kat vergi yüzünden koklayarak içiyoruz, bunlar yanlarında hediyelik gezdiriyorlar. Ne boluk değil mi?
Kerim, bir zamanlar çevredeki içki fabrikalarının üzüme iyi para ödediğini anlatıyor. Tıpkı bizdeki gibi yanlış tarım politikalarından şikayetçi... Bu sıkıntıların Avrupa birliğine girdikten sonra meydana geldiğini söylüyor. Üretimler azalınca artık üzüm beş para etmiyormuş. Yüz dönüm üzümü olduğundan bahsetti. Başka tarım bilmeyiz, diyor. Devlet çiftçinin durumundan haberdar,günü kurtarmak için evlerde içki yapılıp kontrolsüzce satılmasına göz yumuyormuş. Tabi ki bunun bir çare olmadığını söylüyor. Belki küçük üretici idere edebilir ama, kendisi gibi yüzlerce dönüm bağları olanlar o kadar üzümü nerede satacak?
Jantın teli tamam... Biraz da el ve göz yordamı akort yapmaya çalıştım. Çantalarımı toparlayıp bisikletimi düzerken ben de çocukları için Türkiye'den buraya kadar taşıdığım bir kutu kuş lokumunu hediye ederek Kerim arkadaşımızı dertleriyle baş başa bırakıp topukluyorum...
Aman Kerim Aga, öyle arkamdan bakıp da sakın bana özenme.
Ne biliyorsun, belki benim derdim senin derdini düzer...
Otobana iyice yakınlaşan yol artık yokuşlara sarmaya başladı. Daracık ve alçacık alt geçitlerden geçerek otobanın her iki yakasında tırmanıp durdum... Yollarda benden başka kimse yok gibi...Geçen araç sayısı çok seyrek.
Sofya,Bulgaristan
Artık bugün içinde Sofya'ya girecektim. Novi Khan'ı arkamda bıraktığımda inişli çıkışlı yollar bitmişti.Yüksek binaları görebiliyordum. Girişte tertemiz geniş mi geniş Tsarigradsko Caddesiyle karşılayan şehir, yavaş yavaş beni içine aldı. Önceden rezervasyonlu olduğum konaklama yerine varmadan önce haritamın yardımıyla bir bisikletçi bulup arka tekerleğimde tel değişimi ve akort ayarı yaptırdım.
Dükkanı çalıştıran gençlere karşı üzerindeki baskılı kara t-shirtler, kollarındaki dövmeler yüzünden önyargılı davranıp aşırı milliyetçi olabileceklerini düşünerek temkinli yaklaştım. Kısa zamanda yanıldığımı anladım.Hümanist fikirli insanlarmış. Bir zamanlar Antalya'da yaptıkları tatillerini anlattılar. Şimdilerde kendi memleketlerine, Karadeniz sahillerine gidiyorlarmış. İşim bitene kadar bayağı muhabbet ettik.
Hostel'a giriş yapmak için çok erkendi. Genellikle check-in saatleri öğleden sonra oluyor. Oysa henüz erken. Şehri gezmek için iyi bir bahane...
Hostela giriş yapmadan önce dört saate yakın şehrin pek çok yerini gezdim.En çok sevdiğim nokta şehrin en simgesel yapısı diyebileceğimiz Kathedral ve çevresi oldu.Buradan önce Tsar (Çar) Osvoboditel Heykeli , önünde aslan heykeli olan Adalet sarayı ve ardından komunist rejim zamanında yapılan görkemli binaların bulunduğu caddeye çıktım. Oradan Eagle's Bridge (Kartal Köprüsü) ve Sinagoga geçtim. Buraya gelirken şehrin orta göbeğinde iyi korunmuş ve faal olarak kullanılan Banyabaşı Camisini gördüm. Bakımı yapılmış, iyi durumda görünüyordu. Arada bir "Bulgaristan'da cami saldırısı" şeklinde medyada çıkan haberler moral bozucu olsa da halkın genel yaklaşımında böyle bir fanatiklik göremedim.
Sabah bisikletçiden sonra Parlemento binasının önünden geçmiştim. Bir kaç poz resim çekip bir süre merdivenlere oturup insanları izledim. Burası adeta birbirlerine randevu veren sevgililerin buluşma noktasıydı.
Bir de Azize Sofia Heykeli var ilginç olan...Şehirdeki yeni heykellerden biri... Lenin heykeli'nin yerine dikildiği söyleniyormuş.Bir elinde barışın, başarının sembolü defne, diğer elinde bilgeliğin sembolü baykuş ve başında gücün simgesi altın taç taşıyor.Günün finalinde son durağım notlarımın arasındaki Gradska Gradina parkıydı. Hava yağmur sıcağı. Bisikleti tüm yükü ile elimde gezdiriyorum. Artık pes ettim.
Gerçek sahibi bir bulgar vatandaşı olan Nightingale Hostel Lüxemburglu Marc ' in yönetiminde, Alexander Nevsky Cathedrali ve Rus Kilisesi'ne yakın bir yerde...Marc ile daha hakim olduğum Alman dilini kullanıyoruz. Bana en geniş odalarından birini veriyor. Tek kişilk yerine iki kişilik fransız yataklı odada kahvaltı dahil 10€ ya kalacağım.
Alexander Nevsky Kadhedrali,Sofya
Sıcak banyodan sonra içtiğim bira biraz mayıştırdı. Markasını vereyim, Kamenitza... Bulgarların en çok satın aldığı markanın bu olduğunu daha önce keşfetmiştim.Gerçekten Alman veya Danimarka biralarını aratmayacak kadar var. Buralara gelirseniz kocaman şişelerde su fiyatına satın alacağınız Bulgar bozasını da deneyin, derim.
Biraz dinlenip kendimi sokağa attım.Karanlığa kadar şehirde kaybolmak istemiştim. Market ararken tekrar Banyabaşı Camisinin çevresine gelmişim. Gündüz fark edemediğim Caminin arkasındaki hamamı gördüm.Tsentralna Banya (Merkez Hamamı) diye biliniyormuş.Buradaki avlu içinde halkın halen su almaya devam ettiği minaralli çeşmeler var. Akşam saatinde araclarıyla gelenler ellerinde kocaman kaplarla su dolduruyorlar. Onları seyrederken yağmur başladı. Hemen karşıdaki büyük markete girip tavuk ve içecek aldım...
Merkez Hamamı,Sofya
Akşam yemeğini Marc ile beraber yedik. Bana yıllarca kaldığı Nepal'deki maceralarını anlattı. Geç saatte işi bitince alt kattaki barda içki ısmarlama teklifini yorgunluk bahanesi ile reddettim. Zira içki ortamında tanımadığım insanlarla bir arada olmayı her zaman riskli bulurum.
Toplam: 400 km
SOFYA(Bulgaristan-GLOUBAC(Sırbistan)
07 Nisan-10 Nisan, 2016
Sabah kahvaltıdan sonra hostelda tanıştığımız Avrupa'da yaşayan bir İranlı ile uzun uzun muhabbet ettik. Arabayla ülkesine giderken kaza yapmış.Aracın pert olduğunu anlattı.Polis ve sigorta şirketi ile işlerini tamamlamaya çalışıyor. Biraz rüşvet istenmesine kızgın... Bulgaristan polisinin adeta mafya gibi soyguncu davrandığını söylüyor. Mümkün olduğunu düşünüyorum. Avrupa birliğine girmekle hukuk eşitliği göklerden gelmiyor.
Sofya'dan Sırbistan sınırındaki Kalotina'ya kadar 55 kilometrelik bir sürüş gerekiyor. Şehirden bazen otobüslerle ortak, bazen de özel bisiklet yolu ile kilometrelerce devam ederek çıkıyorum. Hiç karmaşa yaşamadan sabahın kalabalık araç trafiğini artık arkamda kaldı.
Yol boyu Sırbistan üzerinden Avrupa'ya taşımacılık yapan Türkiye plakalı tırlar görüyorum. Türkçe tabelasından bizimkilerin işlettiğini düşündüğüm bir kamyoncu lokantasına girip şöyle bir çay içeyim istedim. İçeride bozuk tipli Bulgar kadınlardan başka kimse yoktu. Hepsinin işletmeci kadrosundan olduğu belli, mutfaktan nevale taşıyıp kendilerine masa donatmaktaydılar. Biri hizmette kusur edip etmemek arası bakarak ne isteyediğimi sormak üzereydi ki, kaynayan kazanı gösterip türk çayı istediğimi söyledim. Kadın suratsızca çayı önüme bırakıp diğerleri ile beraber yemeğe oturdu.
İçilir gibi değil, leş gibi çay... İlk çektiğim fırtı yutmak zorunda kaldım. Gitmek üzere çayın parasını öderken -her halinden bizden olduğu aşikar- biri içeri girip Türkçe selam verdi. Bozuk aksanlarıyla tüm kadınlar adama ismiyle hitab ederek "Hoşgeldin" dediler.
Bunlar birer melekmiş meğer.
Sadece tır şoförlerine karşı özel birer sex meleği!
Kalotina çıkış kapısında kalabalık tır kuyruğu var. Küçük araçlar daha az, beklemeden geçiyorlar.Dükkanlarda son Bulgar Levalarımı harcamam gerekiyor. Sadece abur cubur şeyler var. Gözüme kestirdiğimi alıp sınırdan çıkıyorum.Artık Sırbistan tarafında Gradina sınır kapısındayım.
Kalotina Sınır Kapısı,Bulgaristan
Genç bir erkek ile yanında bir bayan memur kulübedeki polisten önce pasaportumu ellerine alıp "Hoşgeldin" diyorlar. Kadın sadece ingilizce konuşurken diğeri türkçe bildiği kelimelerle basit sorular soruyor. Güvenlik sorusu falan değil, bisikletle ilgili geyik sorular... Kendisinin de hafta sonlarında günlük yerel bisiklet turlarına çıktığını anlatıyor. Bir yandan da bilgisayarın başındaki memur pasaportuma kaşeyi vurup uzattı. Bayan memur tekrar elimden alıp kaşeyi kontrol etti. Yanımda silah veya patleyıcı bir şey olup olmadığını sordu. Bu gümrüklerde karşılaştığımız rutin bir soruydu.
Bir keresinde Doğubeyazıt Türk sınırında İran'dan girerken askerler tarafından didik didik edilmiştim. Kirli çamaşırlarımı bile tek tek açtılar. Terör bölgesi olduğu için bunu doğal karşılamıştım. Zaten bu kadarla kalmadı, bindiğim otobüs bu bölgeden çıkana kadar defalarca durduruldu ve kimliklerimiz toplanarak dakikalarca süren güvenlik kontrolleri yapıldı. O zamanlar doğudaki şartları sadece medyadan biliyoruz. Gerçek durumla karşılaşınca kendimi Türkiye'de değil, çatışmaların bir türlü durmadığı Afrikanın en kanlı ülkelerinde yaşıyormuş gibi hissetmiştim.
Sınırdan 5-6 kilometre içerideki Dimitrovgrad'a geldim. Burada sularımı doldurup biraz takıldım. Nevalemde herhangi bir eksiğim yoktu. Yemek ve içeceklerim tamam. Kamp ocağı taşıdığım halde henüz çadırda yemek pişirmedim.Çoğunlukla hotel konaklamalarımı mutfaklı yerlerde yapıp sulu yemek pişiriyorum, yetiyor. Bir de hazır mutfak bulmuşken kendime yolluk da hazırlıyorum. Mesela şu anda bir kaç gün için sabahları yetecek kadar haşlanmış yumurtam var. Bir de dün geceki yemeğimin fazlasını cam kavanozumda taşıyorum.
Dimitrov'dan sonra tünellerle ayrılan E80 Niş yolunu bırakıp sağa girerek Stara Planina Milli Parkı içinden geçen 221 numaralı Knjazevac yoluna devam ediyorum.Kafadan yokuşlarla başlayan yol ilk köyden sonra arada iniş çıkışlar olsa da yormadan devam ediyor.Havada yağmur tehlikesi var gibi...
Dağ taş yeşil, güzelim doğanın içinde bir sürü köylerden geçerek ilerliyorum.Bazı yerleşimlerde komünizm zamanından kalma sivillere verildiğini düşündüğüm eski model askeri kamyonlar görüyorum. Top oynayan çocuklar sanki savaş alanında koşturuyorlar.
Stara Planina,Sırbistan
Dün gece çok güzel bir otlakta yattım. Hava kasvetli olmasına rağmen yağmadı.Pirot bölgesinden sonra bir köy girişinde öküz arabası olarak bildiğim araba ve tarlasında işlenen yaşlı bir amcayla karşılaştım. Bir iki boşnakça kelime kullanıp selamlaştık."Dobar dan!"(İyi günler) Anamız balkan kökenli, Selanik'e bağlı Makedon bölgesinden... Buraların dillerini annesinden öğrenmiş. Rahmetli anenanne zaten hep bu dilleri konuşup Türkçe öğrenmeden göçüp gitti. Akıl edip de biz anamızdan daha fazlasını kapmadık diye hayıflanır dururum.
Amca inekleri salmış. Hayvanlar otluyor. Dün gece yağmurlu olacak gibi görünen hava pırıl pırıl... İzin alıp resimler çekiyorum. Adam türk olduğumu öğrenince dostluğu hiç değişmiyor. Oysa ben içimden bize karşı kötü düşüncelerinin olabileceğini öngörüp biraz çekingenlik duyuyorum.Nedir bu miras kardeşim, keşke Orta Asya'daki bozkırlarımızda kalsaydık da bir sürü halklarla sorunlarımız olmasaydı. Gerçi savaşsız dünya yok. Şu an oralarda da kimbilir ya birbirimizi yiyiyor, ya da Rus veya Çin baskısı ile boğuşuyor olacaktık.
Pirot,Sırbistan
Dün gece belime kadar otların üzerine çadır kurarak yattım. Nihayet yağmayan yağmuru yağdırdık. Fazla olmasa da uzun çimlerin arasına bisikletle girip çıkmak bile dizlere kadar ıslanmak için yeterli.Zaten hiç yağmur olmasa bile geceleri çiğ yağdığı için sabah botlarım ve paçalarım illaki sırıl sıklam oluyor.
Knjazevac'dan sonra Vrsac yönüne devam ediyorum. Jasenica içinde öğlen molası için durdum.Yemek yerken bir yandan çadırlarımı kurutuyorum. Bir tamirhanenin önündeyim.Çadırım tel bahçeyi çevreleyen tel örgülerde serili.Bahçede salık gezen yaşlı bir köpek var. Cinsi belli değil. Ben zaten karışık cinsleri severim. Köpek dediğin doğada kimi bulursa çiftleşir.Sahiplerinin ırk matematiği ile dayattığı karşı cinsinle çiftleşmek zorunda kalmamalı.
Köpeğe biraz biraz derken bir öğünlük peynirimi yedirdim.Ceviz veriyorum götürüyor.Elma verdim onu da götürdü. Sadece kuru ekmek denedim, onu da yedi. Demek oluyor ki karnı aç... Yoksa kedi köpek tok karnına kuru ekmek yemez. Sınırın öte yanındakilerle bayramlık akraba buluşması gibi tel örgünün bir yanında Çomar, bir tarafta ben yemeklerimizi afiyetle yedik. Bu arada bir teyzeyi keçileri ile yanımızdan geçerken yakalayıp fotoğraflamayı becerebildim.
Vrsac,Sırbistan
Dün akşam üzeri aşırı şiddetli yağmura yakalanıp kapalı bir otobüs durağında bir saate yakın mahsur kaldım.Yağmur biraz ara verdiğinde hemen çıkıp uygun bir kamp alanına kapak attım.Aceleyle çadırımı kurmayı başarmasam tekrar şiddetli bir yağışla ıslanacaktım. İşimi bitirip çadıra yerleşmemle beraber gök yüzü boşalmaya başladı. Kıyamet kopsa artık umrumda değil. Nevalemi açmışım, soframda şarabım... Uyku tulumunun içinde sıcacık yatağımdayım.(Mattayım)
Milanovac,Sırbistan
Artık Tuna Nahri'ne çıkmama ramak kaldı. Milanovac bölgesinde milli park alanındayım. Her yanım yeşillik.Buralarda odun kömürü yapımı yaygın.Tuğlalarla örülmüş dev eskimo evleri görünümlü kubbe yapılardan hayeste dumanlar çıkıyor. Bunları resimlerken pompamı kullanmak isteyen bir bayan bisikletiyle yanımda durdu. İngilizce konuşuyordu.Centilmenlik yapıp havayı ban bastım.Bu arada duman tüten şeylerin odun kömürü yapılan ocaklar olduğunu doğrulattım.
Milanovac,Sırbistan
Evet, şimdi Kladovo yönünden Stara Planka'ya kadar Romanya ve Sırbistan'ı bölen Tuna nehri boyunca EuroVelo 6 yoluna çıkmış oldum. Aslında 34 numaralı karayolu burası... Bisikletlere yol önceliği verilmiş. Bu önceliği -motorlu araçlara- devamlı vurgulayan trafik işaretleriyle desteklenmiş bir bisiklet yolu...
Stara Planka 'dan sonra karşı taraftaki Romanya toprakları bitiyor. Nehir bundan sonrasında Dubovac üzerinden Koyin, Simederevo'ya doğru Sırp sınırları içinde devam ediyor.
Almanya’nın Ulm kentinden doğan Tuna Nehri 6 Avrupa ülkesini geçerek Karadeniz’e dökülüyor.EuroVelo 6 numaralı bisiklet yolu Karadeniz’den Atlantik Denizi’ne kadar Avrupa’nın batısını birleştiren bisiklet yolu projesinin bir ayağı…150 km kadar bu yolu kullanacak olmam benim için harika bir deneyim olacak...
Gloubac (Güvercinlik) Kalesi, Euro Velo yolunda yine aynı isimli kasabada kalıyor. Bu bölgeye yakın bir hostelda konaklamayı düşünüyorum.Telefonumdaki haritamda konumu işaretlenmiş durumda... Tuna Nehri bazen adacıklarla iki kola bölünürken, bazen de kocaman geniş yataklarıyla adeta bir deniz körfezi gibi görünüyor. Nehir taşımacılığında kullanılan gemiler sığ sulara göre tasarlanmış. Süzüle süzüle sessizce akıyorlar.
Gloubac,Sırbistan
Kale'ye çok az bir yolum kaldı. Bu gün Hostel Rooms Stanojevic'de Bayan Miller'ın Nehir manzaralı odasında misafirim.Gecelik 12 € istiyor. Ben rezervasyon yapmadan geldiğimi, ama i-net ortamındaki fiyatın 10€ olduğunu hatırlatıyorum. Üstelik orada rezervasyon yapsam belki de 1.5-2 € komisyon kesilecek... Önce iki euroluk farkın wi-fi bedeli olduğunu söylüyor. Kadın Alamancı... Oralarda kalıp kesin dönüş yapmış. Basit kelimelerle konuşuyor. Ben de dilimi basit kelimeleri seçerek kullanıyorum. Hilekarlığını yüzüne vurmadan,hatta onu daha fazla yalan söylemekten kurtararak uzlaşıyorum.
Günlerdir sıcak yatak görmemişim. Duş sıcacık. Oda dersen öyle... Tuna Nehri üzerine kasvetli bulutlar çökmüş... Evin sırt tarafındaki dağlar sanki kar yağıyormuşçasına puslu... Ben belimde havlu, odanın sıcaklığı ve son şişe şarabın etkisi ile mayık vaziyetteyim. Memory donmuş, boş boş pencereden Nehre bakıyorum...
İnsan tabi ki evden ırak olunca geride bıraktıklarını özler... Ama bu bisiklet turları insanı öyle dinginleştiriyor ki, sanki tüm sinirlerimi almış veya uyuşturmuşlar. Neredeyse soluk almadan yaşayacak kadar sakin bir nabız atışıyla, yarım ölçek bile gerginlik hissetmiyorum.
Sofyadan bu yana günlük ortalama 95 kilometre ile gelmişim.
Türkiye'den buraya kadar ise,
Total: 780 km ...
GLOUBAC(Sırbistan)-TİMEŞVAR-ARAD(Romanya)
11 Nisan-13 Nisan,2016
Sabah Bayan Miller ile bir hatıra fotoğrafı çekip ayrıldım. Şehirde polis memurluğu yapan oğlu evden çıkarken biraz sohbet ettik. Gideceğim yönü sorup seyahat planımla ilgili bilgiler verdi. Arkadaşlarıyla beraber yaptığı bisiklet turları ve doğa yürüyüşlerinden bahsetti. Ben de bizim polisler hakkında dedikodu yapıp, sadece kendi camiaları içinde çevre edinebildiklerini ve böyle işler yapmadıklarını anlattım. Keşke ülkemde daha fazla huzur olsaydı...
Gloubac girişindeki trafik işaretlemelerine göre yolda yapım ve tamir çalışmaları var. Şehre giriş yolu nehir paralelinde kalenin oturduğu dev kayalıkların oyuklarından geçiyor. Biraz içerilere girip takılıyorum. Kalenin içinde ve dışında inşaat iskeleleri kurulu. Çevreye zarar vermemek adına büyük bezli naylon panolarla çevirmişler. Her yer vıcık vıcık çamur içinde. Dolayısıyla resim çekmekte zorlanıyor, en azından keyif alamıyorum.
Tuna Nehri'nin Romanya topraklarından ayrılıp Sırbistan içlerine doğru devam ettiği Ram Köyü'ndeyiz. Buradan uzun bir beklemeden sonra günlük bir kaç sefer yapan küçük bir feribota binerek Tuna nehrinin karşısına, Banatska Palanka'ya geçiyoruz.Gemi hareket saatini beklerken ben bisikletimi bindirip bağladım bile...Benden sonra bir kamyon, bir otomobil daha bindi.Ücretlerimizi yolculuk esnasında bir fiş koçanından kesilen makbuz karşılığı tahsil ettiler.
Geminin yanaşması için öyle özel yapılmış bir iskele yok... Nehir yatağında toprak zemine kapak açılıyor. Araçları almadan vaya boşaltmadan önce kapakla zemin arasındaki boşluğu küreklerle toprak doldurarak düzlüyorlar.Biraz ilkel bir durum.
Ram, Sırbistan
Vrsac'a kırk kilometre kaldı. Burası Sırbistan'da üzerinden geçeceğim son büyük yerleşim. Yolar dümdüz. Kalite fena sayılmaz. Zaten trafiğin yoğun olmaması bana yetiyor. Böyle olduktan sonra çukurlardan kaçmak kolay...
Tuna boyuna çıktığım Milanovac'dan buyana hiç bir yokuşla karşılaşmadım.Romanya ve Macaristan topraklarında da hep düzlükte süreceğim.
Buranın bisikletçiler için en düzlük rotalar olduğunu daha iyi anlamalarına yardımcı olacak bir link vermeyi faydalı buluyorum:
"Büyük macaristan Ovası"...
Vrsac'a hava kararmadan girebildim. Şehri gezip cebimdeki son Sırp Dinarlarını harcadıktan sonra kendime ağaçlık alanda harika bir kamp yeri buldum. Hava sıcaklığı kendini koruyor. Akşamın ayazı iyice bastırana kadar çadıra girmeden fıstık ve bira ile dışarıda oturdum. Bir iki saat öncesine kadar içini karış karış gezip alışveriş yaptığım son Sırbistan kasabasının göz kırpan gece ışıklarını dakikalarca seyrettim.
Sabah yine gün içinde iyice ısınacağını belli eden bir hava ile uyanmıştım. Ilık bir esinti arkamdan sanki beni kovalıyor, bir an önce sınıra varmama yardım ediyordu. Nitekim onbeş kilometre sonra Sırbistan'dan çıkıp Romanya topraklarına girdim... Sınır kasabası Moravita'da durarak kahvaltımı tazeledim.
Moravita,Romanya
Yollar güzel... Sırbistan'a göre çok olağan üstü bir farklılık göremiyorum. Ancak ilk büyük şehir Timişoara'ya yaklaştıkça Sırbistan'a göre Romanya'daki standartların biraz daha yüksek olduğu belirginleşti. Sınır girişinden 75 kilometre sonra, Timişoara 'dayım.
TİMEŞOARA(Tamışvar)
Romanya'nın üçüncü büyük şehri olduğunu öğrenmiştim.Daha sonra bunu teyit ettim.Gerçekten de İtalya tadında tarihin korunduğu, halen tadilat ve düzenleme çalışmalarının yoğun tempo ile devam ettiği bir şehir. Avrupa Birliği'nin destek verdiğini düşünüyorum.
Sofya'yı uzun uzun anlatığıma bakmayın, turumun ilk günleriydi ve henüz bu kadar yılgın değildim. Yazılarımda internet ortamında her zaman bulabileceğiniz tarihsel bilgilere fazla yer vermek istemiyorum. İşin bisiklet ayağı daha önemli bizim için...
Timişoara(Timeşvar)Romanya
Mesela Timeşvar'dan sonra yine bir 70-75 kilometre devam edip Arad'a vardım. aradaki yolun durumunu hiç beğenmedim. İki büyük yerleşim arasında trafik yoğunluğu arttı. Emniyet şeridi diye bir şey sormayın. Çoğu yerde yol kenar çizgisinden sonra bisiklet için sadece 15-20 santim verilmiş.Bazen kıyak davranıp yarım metreye kadar çıkmışlar.Yolun notu, herşeye rağmen "Geçerli". Biz ne berbat yollar gördük. İnsan kötü yola düşmeye görsün ;)))
ARAD
Arad'a geç saatlerde girdim. Gözüme kestirdiğim yerde durmayıp ısrarla şehrin ortalarına kadar devam ederek Lidl Market'i buldum. Şehri gezmek için çok geç.Bir güzel alışveriş yaptım. Triçelli tatlısı bile aldım. Ziyafet var. Çadırımı kurarken bir kutu yüksek alkollü bira açtım. Hava güzel... Kamp alanım hiç kimsenin rahatsız edemeyeceği bir konumda. Çadır işim biter bitmez tencerenin dibine kemikli hindi eti parçacıklarını dizip üzerine bir kaç tane domates, bir tane etli tombik biber doğradım. Yağı biraz gezdirip baharatı ile beraber bol tane sarımsakları da atıverdim içine... Kısık ateş yanıyor.
Telefonumda yüklü haritama notlarımı yazarken bir yandan yemek pişiyor, bir yandan da biramı çekiyorum. Domatesin suyunda pişen etler kendi suyunu da salmış, tamamını çekmeyecek gibi görünüyor. Biraz pirinç serpeledim üzerine, tamam.
Aman Allahım! Ne yemek olmuş be!..
Erkenden toparlanıp şehrin tarihi merkezine dalıyorum. Zaten devam etmem gerek Macaristan sınırına giden yol aynı yönde...
Şehrin bu yüzü daha modern... Bütün tarihi binalar, kilseler burada toplanmış.
Katolik Kathedrali ve Evangelisch Kilsesi'ni defalaca resimledim. Banklara oturup yeni güne başlayan insanların sabah telaşlarını gözlemek keyifliydi.
Arad,Romanya
Timişoara ve Arad 150 yıl kadar kalmış Osmanlı egemenliğinde şehirler.Acaba buradaki lalelein soğan kökleri o günlerden midir, diye düşündüm.
Tabi ki bu, kendimi eğlendirmek için yaptığım kocaman bir şakaydı. Hollandalı alçak ülkenin insanları bu sektörü ele geçirmiş, torunlara bile lale soğanı satıyor. "Alçak" derken, ülkenin rakım hakkında olduğunu hatırlatırım. Ahlaki alçaklıkları var mıdır ben söyleyemem. Ona ancak bu ülkenin sömürgeleri olan Güney Afrika’da, Kap; Asya’nın güneydoğusunda Cava, Sumatra, Bomeo ve Yeni Gine halkı karar verebilir.
Macaristan'a bugün girmek üzere yola çıkarken kilometre sayacıma bakıyorum,
Toatal: 1.010 km gösteriyor...
ARAD(Romanya)-BUDAPEŞTE (Macaristan)
14 Nisan-19 Nisan, 2016
Sınırı geçmem için önümde yaklaşık 15 km yol görünüyor. Variaşu Köyü'ne giden 709C kodlu sakin bir yol var. Cepteki haritama buranın işaretlemesini yapmışım. Yaklaştıkça sınırın pek işlek olmadığı anlaşılıyor. Bel ki de artık kullanılmayan bir sınır kapısı olduğunu düşünüyorum. Nitekim karşılıklı bariyerle kapatılmış. Evet sınır kullanılmıyor...
Hava güzel, kısa kollularımı giymişim. Benden başka kimse yok, denecek kadar az sayıda araçla karşılaştığım güneybatı yönündeki Turnu sınır köyüne pedallıyorum. Yakın saylılır; 10 kilometreden bile az bir yol... Rüzgar karşımdan ve oldukça sert esiyor.
Pasaportumdaki çok girişli Shengen vizesi ile henüz Shengen Ülkeleri gururbuna dahil olmayan Romanya, Bulgaristan,Hırvatistan gibi pek çok ülke süreli geçiş veya kalış izni veriyor. Bu serbest dolaşım olmasa da bizim için bir rahatlık. Hiç değilse her birinden ayrı ayrı vize almaktan kurtuluyoruz.
Romanya ile Macaristan polisleri yanyana kurulmuş bitişik bürolarda işlem yapıyorlar. Tampon bölge kaldırılmış.Her iki ülke de Avrupa birliğine tam üye olduğu için Avrupa Birliği vatandaşlarına sınır geçişleri sorunsuz.
Sorun yaşamak bizim işimiz...
Çıkış damgasını vurdurduk, sıra Macar'a girişte... Bayan memur bilgisayarla debelleşiyor. Dışarıdaki genç polisle bisikletin başında muhabbet ediyoruz. Öyle aşırı geçişlerin olduğu bir sınır kapısı değil. Yan bürodaki Romen polis de dışarı çıkıp bize katılıyor. Konu, bisiklet... Klasik sorular. Nereye gidiyorsun, günde kaç kilometre gidiyorsun vs. gibi... Bayan memur bir türlü kaşeyi vuramadı.Bir yerlere telefon ediyor. Soramıyorum da problem nedir diye. Neyseki Macar genç polis tedirginliğimi faredip açıklamada bulundu. Sorun bilgisayarlardaki sistemlerden kaynaklıymış. Sanırım başka bir yerdeki bilgisayar üzerinden telefonla bilgileri vererek sorgulama yaptırıyor.
Göz ucuyla bir yandan memuru kesiyorum.Telefonu kapatıp nihayet kaşeyi vurduğunu görünce rahatladım. Hemen kendisine yöneldim ve pasaportumu aldım. Anladığım kadarıyla Shengen ülkelerinin sınırlarında kullanılan ortak veri tabanında bir problem yaşamıştı.Hiç bir şey sormadan teşekkür ederek gümrük sahasından çıktım.
Merhaba Macaristan! Szia hungary!
Sınırı geçer geçmez en yakında Battonya köyü var. Yönümü küçük yerleşimlere çevirip mümkün olduğunca köylerden geçmek düşüncesindeyim. Bütün bisiklet turcuları için ısrarla tavsiyem budur. Her olasılıkta anayollardan kaçıp kırsala girmelisiniz. Siz kamyoncu değilsiniz. İstisnaların dışında zaman ve mesafeleri dikkate almayınız. Sizin için önemli olan sadece “gitmek” değil, “gezerek gitmek” önemli olmalıdır. Çünkü bir kurye değil, gezginsiniz.
Yol boyu tarlaların içinde çocukluğumdan beri dev çekiçlere benzettiğim petrol kuyuları görüyorum. “Gap Turu” diye isimlendirdiğim ve üç kişi ile gerçekleştirdiğimiz bir Güneydoğu seyahatimizde gördüğüm Batman’daki petrol kuyularıyla aynı büyüklükteler. Sayıları çok fazla...
Oroshaza,Macaristan
Bir bisikletçi dükkanında su kaplarını doldurdum. Dükkan sahibi Alex mükemmel Almanca konuşuyor. Bisiklet dışında pek çok konulara girdik. Aynı dünya görüşü, aynı dert ve tasa… Kendisi bir küçük esnaf olarak piyasaya giren büyük marketlerden şikayetçi. İnsanların üretmeden tükettikleri, tarımın gerilediği, dünyadaki savaşlar vb. konular üzerinde gidip gelen sohbetimizin sonunda bir hatıra resmi çekip ayrıldım.
Oroshaza,Macaristan
Macaristan’daki ilk gecemi Oroshaza yakınlarındaki çok sık bir ağaçlık içinde geçirdim. Hava henüz aydınlıktı . Aniden şiddetli bir rüzgar başladı. Cebimde Macar parası yok, henüz euro bozdurmamışım. Market bulup kartla alışveriş yapabilirdim, ama ihtiyaç da yoktu. Rüzgar karşı yönden acımasızca esiyor. Hiç inat etmeden kamp yeri bakınıyorum. Zaten akşam olmasına da öyle çok uzun bir zaman yoktu. Etrafım dümdüz ovalık, uçsuz bucaksız tarlalar…Rüzgara maruz kalmamak için açık arazi yerine çalılık denebilecek nitelikte bodur ağaçlar arasına sığındım. Biraz pıtraklarla savaşım oldu ama, çok korunaklı bir yerdi.
Sabah hava pıprpl pırıl, fakat rüzgar yine oldukça şiddetliydi… Tam karşımdan esiyor, pedal çevirmekte zorlanıyordum. Bu yüzden Oroshaza’ya ancak kaplumbağa hızıyla gelebildim. Kamp yaptığım noktadan buraya kadar tam tamına 11 km gelmişim. Saate bakıyorum, neredeyse öğlen olacak. Tabi ki yola biraz geç çıktığımı da hesaba katmak gerekir. Hep beklediğim şey, bir yerde rüzgarı arkama alabilmekti. Bunun için Gadoros üzerinden gitmem gereken yolumu değiştirip biraz uzatmak ve hatta sevmesem de daha işlek bir yola çıkmak pahasına Szentez yönüne çevirdim.
Macaristan’da bisiklet için pek çok özel yollar yapmışlar. Gerçekten yerleşkeler arasında araç yoluna hiç çıkmadan kullanabildiğiniz bisiklet yolları var. Bunların yanı sıra pek hoşa gitmeyen kurallar da koymuşlar.
Mesala; köy, kasaba veya şehir,istisnasız bir şekilde her yerleşimin girişinde sizi mutlaka sağlı sollu bisiklet yolu karşılıyor. Adamlar şehirlerdeki araç trafiği içinde bisiklet kullanımını adeta yasaklamış. Kesinlikle kenarda gideceksin. Bir şey var ki, bu yolların bazen çukurlu veya iri taş döşeli olduğundan tercih edilmediğini görebiliyorsunuz. Araç trafiğine girseniz de hiç kimse size korna çalmıyor. Tabi ki, trafik sakinse ve akışı rahatsız etmiyorsanız… Zira özellikle şehirler arası sürüşlerde bisiklet yoluna yönlendirildiğiniz halde yasaklı yoldan giderseniz fırça yiyebilirsiniz. Trafiği tehlikeye attığınız için bazen yanınızdan geçen motorlu araç sürücüleri sözlü olarak ikaz edebilir. En doğrusu kurallara uyup saygılı olmaktır.
Avrupa’da bisikletler yayalardan sonra trafikteki en saygı gören varlıklar. Mümkün olduğunca özel yollar tahsis edilmiş ve trafik işaretleriyle emniyetleri sağlanmış. Size verilen yol ne ise orada gitmek zorunda olduğunuzu bilmelisiniz. Eğer ülkemizdeki kural tanımazlık beyninize bulaşmış ise, lütfen Avrupa’ya çıktığınızda bundan arının; arının ki, turlara adam gibi çıkan arkadaşlarımız zor durumda kalmasınlar. Zaten pasaport kalitemiz arızalı, pek çok olumsuz ön yargılara maruz kalıyor ve yeterince zor duruma düşüyoruz…
Buralarda çok sayıda insan bisiklete biniyor. Yaşlısı, genci, erkeği, kadını… Öyle çok kaliteli bisikletler yok. Çoğu eskilerin klasik bisikletleri… Çubuk fren telleri ve her iki yanından yaylı, ayağınızla yönlendirdiğiniz arkaya doğru kuyruk gibi uzanan ayaklıklarıyla kuyruklu chevroletlere benzettiğim bisikletlerden.
Macaristan’daki ikinci günümde bugün kendimi yorgun hissediyorum. Rüzgar sakinledi sakinlemesine, ama gün içinde iyice sersem gibi yaptı. Bu kadar olumsuzluğa rağmen geniş Macar Ovası’nın uçsuz bucaksız düzlüğünde 75 kilometre yol yaparak Cserkeszőlő’ ye kadar geldim. Burası bizim Gönen benzeri bir kaplıca şehri. Önceden belirlediğim ucuz bir pansiyonu elimle koymuş gibi bulup zilini çalıyorum, kimse yok. Komşuları da doğruluyor evde olmadıklarını. Sadece yaz aylarında pansiyona veriyorlarmış.
Buradan umudumu kesip bir başka arayışa girdim. Bu defa yolda gördüğüm birine sorarak uygun fiyatlı bir yer buldum. Aile olduklarını sandığım bir gurup insan bahçede yemekteler… Belli ki, fazla müşteri beklentileri yok. Kendilerinde kalmaya geldiğimi bir an düşünmediklerini sanıyorum. Bir şey sorup gidecekmişim gibi bakıyorlar. Neyse ki kendi dillerinden başka bir lisanda konuşamadıkları halde kolayca pazarlık ederek 16€ euroda anlaştım. Benim ayırdığım bütçeye uygun değil, ama bazen hesap şaşıyor.
Sırbistan'da Gloubac’daki Bayan Miller’ın pansiyonundan beri çadırda kalıyorum. Artık dinlenip keyif yapmak hakkım.Bu kadar parayı verdiysem karşılığını eksiksiz almalıyım.Buralarda genellikle ev yapımı olan meşhur “Palinka” hoş geldin içkisi olarak ikram edilir. Yüzsüzlük yapıp istiyorum. Yanında kahve de teklif ediyorlar, onun yerine bir bardak daha içki ile odama çıkıyorum.
Gece bir markete gittim. Pansiyon ücretini öderken para üstü olarak Macar Forinti almıştım. Buna rağmen kart kullanarak alışveriş yaptım. Forintlerim cebimde kalsın istemiştim. Budapeşte’ye kadar idare edecek param olmalıydı. Yol üzerindeki su,ekmek veya meyve gibi küçük alışverişlerimde kart kullanamazdım.
Sabah sıkı bir kahvaltıdan sonra yola çıktım. Dün gece pansiyonun mutfağı kapalıydı. Kamp tüpüyle odamda yemek pişirmiştim. Bir karton da -altılı- yumurta haşladım. Yolluk…
Kendimi Tiszainoka köyü üzerinden kırsala doğru salıyorum. Rüzgardan eser yok. Yaprak bile kımıldamıyor. Güneşli bir gün. Önümde Bács-Kiskun iline sınır oluşturan Tisa Irmağı var. Köprü yapılmamış. Sığ olduğunda suyun içinden beton yolla geçiliyor. Fakat şu an sular yükselmiş durumda...
Turumun ilk gününde Yunanistan’da Arda Nehri’de aynen böyle önünümü kesmişti. Büyük motorlu araçlar için halen geçiş şansı var, ama bir bisiklet için öyle görünmüyor.
Tiszainoka,Macaristan
Eh, n’apalım… Geri dönmek zorundayız.Yolda gelirken kovanlarının başında arıcıları görmüştüm.Bakışlarında “Nereye gidiyorsun be, adam?” edası vardı. Tabi ki bu bakışların dilini şimdi anlıyorum. Arıcılar ben geri dönerken gene oradaydılar. Bu sefer benim adıma üzülmüş gibi görünüyor, acıklı bakıyorlardı.
Tiszakürt üzerinden 44 numaralı yolla beni karşıya geçirecek köprüye çıktım. Yol bozuk. Asfaltın kenarında ağır taşıtlardan ötürü bombeler oluşmuş. Bisikletime zarar gelmemesi için çukurlardan kaçarak sürüyorum.
Önce Kecskemet ve ardından Cegled’e kadar geldim. Buradan sonra beklenmedik şekilde bisiklete giriş yasağı tabelası ile karşılaştım. Dön baba, dönelim… En sonunda uzak köylerden dolaşıp Busdapeşte merkezine kadar sorunsuzca gidebileceğim yolu buldum.
Cegled,Macaristan
Geceyi güzel bir korulukta çadır kurarak geçireceğim. Fazla yolum kalmadı. Yarın öğlen Budapeşte’de Tuna nehri üzerindeki Petőfi Köprüsü yakınında rezervasyon yaptığım Budapest Budget Hostel’a yerleşmiş olurum. Dört kişilik karışık odada günlük 10€ ve mutfaklı. Öğle üzeri resepsiyonda giriş işlemimi halledip bisikletimi olduğu gibi bırakarak şehre çıktım. Check-in saati çok geçmiş. Odalarda temizlik yapılıyor. Bence en iyisi, hiç beklemeden çıkıp şehri keşfetmekti.
Budapeşte,Macaristan
Budapeşte Tuna Nehri’nin iki yakasındaki Buda ve Peşte Krallıkları’nın birleşimiyle oluşmuş harika bir şehir. Nehrin iki yakasını bir araya getiren bir gerdanlık köprüler oldukça büyüleyici. Ben çok sevdim. Meşhur Zincirli Köprü(Chain Bridge) en çok ilgiyi çekiyor. Buralara geldiğinizde bu köprüye mutlaka gelin. Tek tek demir baklalardan yapılmış gerçek bir bisiklet zinciri mimarlığı ile karşılaşacaksınız. Özellikle geceleri, değişik ülkelerden gelmiş turist kalabalığının ellerinde şişe ve bardaklarıyla toplanıp romantik şekilde vakit geçirdikleri bir yer. Ben bunu birayla yaşadım. İnsanlarla kaynaşmak için bir fırsat.
Zincirli Köprü,Budapeşte
Budapeşte’de kaldığım iki gün içinde olabildiğince gezdiğimi söyleyebilirim. Hösök tere Anıtı,Mathias ve St.Stephen Kiliseleri, şehrin simgesi olan meşhur Parlemento Binası…Bir de ilginizi çekecek Yahudi Ayakkabıları var, Tuna kıyısında… İkinci dünya savaşında savaştan kaçmak için her yaştan Yahudilerin nehire atlarken bıraktıkları ayakkabılarının tema edildiği bir yer. Buranın hikayesi böyle…
Tuna Nehri,Budapeşte,Macaristan
Margaret Adası’nı da unutmayın. Bisikletliyseniz, hiç mi hiç pas geçmeyin. İkici günümde şehri bisikletle gezdim. Bu park dinlenmek için sığınabileceğiniz en harika yer. Öyle uzak falan değil.Yürüyerek Margit köprüsünden adaya inebiliyorsunuz.
Sadece Buda Kalesi, Szechenyi Hamamı ve Gül Baba Tekkesi’ne gidemedim.Şimdilik bu kadar yeter, çünkü ekim ayında Budapeşte’ye tekrar geleceğim. Buradan başlayacak İtalya turumuz var. Hatta 13 ekime uçak biletlerimizi bile aldık.
Şehir içinde 35 kilometre dolaşmışım.
Sayacımda görünen rakam,
Total: 1.330 km
BUDAPEŞTE(Macaristan)-OREDEA(Romanya)
20 Nisan-21 Nisan,2016
Haritamda geliş rotam işaretlenmiş durumda. Şehir çıkışımı da aynı yolu takip ederek yaptım.Tekrar Romanya’ya girip bu kez Oredea,Cluj Napoca ve Sibiu üzerinden Bükreş’e gideceğim. Oradan Köstence’ye, eğer ruh halim ve zamanım uygun olursa da Bulgaristan Varna yolunu takip edip Dereköy sınır Kapısı’ndan Kırklareli’ne varmış olacağım. Mayıs ayının ortalarında başlayıp Ekim ayı ortalarında sona eren sezonluk çalıştırdığım küçük bir işletmem var, işime yetişmem gerekiyor.
Macaristan(Artanti)-Romanya (Borş) sınırı, gelişte geçtiğim Arad şehrinin kuzeyinde kalıyor. Budapeşte ile arası 150 km kadar. sürüşüm Sloznok ve Debrechen yönüne doğru.
Dün gece bir derenin kenarında gecelemiştim. Bayağı nemli bir havaydı. Kalktığımda henüz başını yeni çıkartmış güneşin yarı kızıl ışıklarına karşı durup derenin üzerinden çıkan buharları seyretmiştim. Çadırım sabaha kadar nemden sırıl sıklam olmuş. Çadırımı önce naylon torbaya ve sonra kılıfının içine koyarak topluyorum. Sabahın serinliğinde zaten nem dağılmamış oluyor, uzun süre bekleyip kurutmak yerine öğlen molalarımda kurutuyorum.
Sloznok,Macaristan
Szolnok, Tisa Nehri üzerinde küçük bir kent… Nehir boyunca yürüyüş yoları, bisiklet yolları, piknik alanları ve parklarla donatımış… Burada sere serpe yayıldım. Bir yandan öğle yemeğimi yerken bir yandan da çadırımı kurutuyorum. Yoldan geçen bisikletli gençler ilgi gösterdiler. Kalasik sorularını cevapladım. Sınıra kadar giden bisiklet yolu hakkında bilgi aldım.
Romanya sınırına kadar son 80 kilometreyi bir kasabadan, diğer kasabaya sadece bisiklet yolundan gitmek ne zevkli bir şey… Anayolun paralelinde kilometrelerce uzanan kesintisiz bir yol… Bu yol sizi uzun tır kuyruklarının olduğu Artand sınır kapısına götürmekle kalmıyor, Romanya tarafında da Sibiu şehrinin merkezine kadar devam ediyor.
Artand,Sınır Kapısı,Macaristan
Ayrıca sınır girişinde de bisiklet yolu korunmuş. Motorsikletlerle beraber aynı geçiş noktasından alınarak işleminiz yapılıyor. Bir bisikletli için, -küçük otomobil ve tırlar kendi geçiş kapılarında sıra olmuş beklerken- hiç beklemeden geçmek çok güzel bir şey... En keyifli yanı, bisiklete gösterilen ayrıcalıkla insana hissettirdiği saygınlık...
Macar memur çıkış damgasını vurup pasaportumu Romen memura uzatıyor. Şip-şak muamele, biraz muhabbet gırgır… Dereken pasaport elimde…
Romen memurla fazla sırnaşmış olmanın cesaretiyle -internetten bulduğum Oredea’daki pansiyonu aramak üzere- telefonunu kullanmak için müsaade istiyorum. Aldığım yanıt mahçup ediciydi. Memur gayet kibar telefonunun resmiyeti olduğunu söyledi. Öyle ya, kiminle ne konuşacağım? Telefonu kanunsuz bir iş için de kullanabilirim. Her şeye açık…Üstelik olumsuz önyargının tavan yaptığı bir ülke pasaportu taşıyan biriyim. Özür dileyip şehir içine bastırdım.
Oradea,Romanya
Macaristan kadar düzenli olmasa bile Romanya tarafında bisiklet yolu devam ediyor. Tramvay geçişleri için sıklıkla trafik lambaları koyulmuş. Bu yüzden bazen bisiklet yolunu bırakıp ana yolda pedallıyorum. Oredea’da Crilşiul Nehri üzerindeki bir köprü karşılıyor öce... Buradan nenir boyunca tarihi binaların içlerine geliyorum. Lutheran Kadhedrali,Roman Katolik Kilisesi, Holy Cross Chapel’i gezdiğim birkaç yer. Aslında pek tanımadığım çok yeri daha geziyorum.
Oradea,Romanya
Şehirdeki pek çok tarihi yapı elden geçiriliyor. Şehir, birkaç yıl sonra tekrar gelinse sizi tanınmayacak kadar değişikliklerle karşılayacak gibi... İşçiler arı gibi hummalı bir çalışma içinde…
Şehrin aşağı ucunda özel bir ev pansiyonu Podgoria Guesthouse ’dayım.Podgoria romencede “Bağ” anlamına geliyor. Gerçekten de şehrin dışına çıkan en sınır noktada cennet bahçeli bir bağ evindiyim. Harika bir doğa güzelliği ve şansıma bir o kadar da güzel güneşli hava var.
Ev sahibem Chiristina, eşi ve köpeği Thery tarafından karşılanıp üst katındaki iki odadan birine yerleşiyorum. Banyo tertemiz.Mutfak da var. Tam benim istediğim fiyatta, 10€ gecelik ücret...
Podgoria Gueshouse,Oradea,Romanya
Küçük bir şişe palinka sunuluyor. Kendiliğinden değil, ben istemek durumunda kalıyorum. Oysaki pansiyonun rezervasyon yaptığım sitedeki tanıtım profilinde ücretsiz "Hoş Geldin İçeceği" olduğu vurgulanmış. Sanıyorum bu kadın kötü niyetten dağil,unutkanlıktan kendisi teklif etmedi. Belki de ben istemekte biraz erken davrandım. Zira şişenin tamamını yukarıya çıkartmamı kendiliğinden teklif etti.
Benden sonra yan odaya bir Alman müşteri giriş yaptı. Chiristina beraber yukarıya çıktıklarında yeni tanıştığımız Peter’a şat bardağının dibinde biraz ikram ettim. Çocuk bu kadar sert bir şey beklemiyordu ki, ağzı yüzü değişip suratı buruştu. Hazırlıklıyım, hemen elimdeki soyulmuş muz dilimini ağzına uzattım. Derin nefes verip hayatını kurtarmış bir kahramana gösterilecek kadar minnettarlık içinde teşekkür etti.
Palinka,Macar&Rumen İçkisi
Çorba Rumence de bizde olduğu gibi söyleniyor...Christina'nın sokağa çıkarken ikram ettiği "Ciorba”sı süper güzeldi. Kadın daha ben yukarı çıkmadan önce teklif etmiş, banyodan sonra içeceğimi söylemiştim. Bahçedeki masaya kadar servis yaptı. Uslu köpeği ile beraber yanımda oturdular. Boya yapan eşi ile de tanıştık. Yıllar önce Çavuşesku zamanında İstanbul’a geldiğini anlattı. Daha sonra bir keresinde de Edirne’de bir Türk düğününe gelmiş.
Christina özünde iyi bir kadın gibi görünüyor. Bu konuda yanılmam. Ama pansiyonun müşteri puanlaması çok yüksek… Bir iki pazarlayıcı kurumun bu konudaki belgelerini çerçeveletip duvarlarına asmış… Belli ki, bu puan ortalamasını korumak ve hatta yükseltmek ister. Bu sebeple bana olduğundan daha fazla yakınlık gösteriyormuş gibi geldi. Ben de pansiyonunu biraz överek hakkında olumlu yorum yazıp iyi puan vereceğimi söyledim. Bu onun çok hoşuna gitti.
Dün gece şehirden dönerken biraz nevale almıştım. Mutfakta geç saate kadar sessizce takıldım. Peter yan odada uyuyordu. Hiç karşılaşmadık. Sabah benden önce çıkmıştı..
Christina’nın bir bayan misafiri vardı. Beraber birer kahve içtik. Ben de çok geç kalmadan hazırlıklarımı tamamlayıp ayrıldım.
Macaristan Ovası, düzlük mü düzlük… Artık mayıs ayına yaklaşıyoruz. Günler oldukça uzadı. Hiç kesintisiz bisiklet yoları ve VIP sınır geçişi katkısı ile olduğunu düşünüyorum, bir önceki gün 145 km ile turumun rekorunu kırmıştım. Dün ise öğlen sonrasına kadar 95 kilometre yaptım.
Total : 1.570 km oldu…
OREDEA-CLUJ-SİBİU(Romanya)
22 Nisan-26 Nisan,2016
Oredea ile Cluj Napoca arasında yine köy yollarına girdim. Her taraf kazılmış. Hummalı bir yol çalışması var. Keşke pansiyondan şehre doğru biraz geri dönüp Çirişul Nehri’nin karşısına geçerek 1 numaralı yoldan devam etseydim. Bu konuda Christina’nın uyarısını dikkate almadım. Genelde abartılı şekilde bilgi verildiği için kadına önyargılı davranmış olmamın üzüntüsünü yaşadım.
Nihayet hoplaya zıplaya da olsa anayola çıkarak Cornitel’e kadar geldim. Tabi ki yoğun trafikte sürmek yerine keşke kırsal yollar müsait olsaydı da oralardan devam etseydim.
Cornitel’den sonra Bihor Bölgesi’nden Cluj Bölgesine girerken yollar anormal şekile tırmanışa geçti. Fakat süper güzel bir manzara vardı. Uzun bir zirvenin ardından Bucea inişini uçarak tamamladım. Tarlalar, çayırlar, dağlar her taraf yeşillik… İnişin hemen bitmemesi için daha yavaş gitmeliymişim. Frenlerimi fazla kullanmak istemediğim için bazen inişlerde kendimi kaptırıp hızlı kullandığım oluyor. Bunun da zevki bambaşka…
Bucea,Romanya
Crişul nehri paralelimde, bazen sağına bazen soluna köprülerle geçerek devam ediyorum. Huedin denen bir kasabaya girerken evlerdeki çatıların bir birileriyle yarışır güzellikte olduğu dikkatimi çekiyor. Uzakdoğu çatılarından çalınmış kopya versiyon gibi, köşeleri sivri kıvrımlı galvaniz veya kurşun sacdan yapılmış… Yetenekli ustalar tarafından çalışılmış olağan üstü abartılı bir sac işçiği dikkati çekiyor. Binaların gövde yapıları da aynı versiyona uygun, sanki yine budist tapınaklarının mimarisi taklit edilmiş...
Huedin,Romanya
Biraz araştırdım.Elimde Cluj bir blogdan edindiğim bilgi var. Şöyle ki, bu evler zengin roman çingenelerin gösteriş için yaptırdıkları evlermiş. Hatta kendileri daha mütevazi yerlerde yaşamaya alışık oldukları için rahat edemediklerinden, bu gösterişli evlerde oturmazlarmış! Bu bilgileri daha sonra konuşma fırsatı bulduğum pek çok Rumen tanıdığım onayladı. Sizi bilmem ama ben şaşırmadım.
Huedin’de Penny Market’ten alışveriş yapıp çıktığımda elimdeki dondurmayı kapıda dilenen küçük kız çocuğuna verdim. Sevimli, masum yüzlü bir çingene çocuğu… Böyle güzellikler yaptığımda-biliyorum bu onun yaşamını düzeltecek bir şey değil ama- kendimi mutlu hissediyorum. Bu durumda teşekkür edilecek olan kişinin ben değil, aslında verdiğimi kabul edip beni mutlu ettiği için karşımdakinin olduğu düşüncesindeyim. Garibim, dondurmanın ambalaj kağıtlarını soyarken bir yandan da teşekkür etmeyi ihmal etmiyor.
Sana da “Multumesc!” güzel çocuk, beni mutlu ettiğin için.
Nevale yüklü olunca bisikletime bir zarar gelecek diye ödüm kopuyor. Nereden bakılsa iki tane 1,5 litrelik su, iki tane 50’lik bira ve 1 litrelik yoğurt, ekmek, meyveler vs. derken 10 kg lık ilave yük sarılmış vaziyette yola devam ediyorum. Tepelerde otlayan koyun sürüleri akşamın güneşinde güzel resimler veriyor. Durup bisikletimle birlikte resimleyerek bir fotoğraf sanatçısı gibi eğleniyorum.
Huedin’den sonra 15 kilometre kadar yol almışım. Bugünkü toplam sürüşüm 100 kilometreyi geçiyor. Geride bıraktığım sıkı bir yokuş var. İnişi tamladığımda tekrar bir yokuş başlıyor. Ne ile karşılaşacağımı bilmiyorum. Tırmanış biraz uzun sürerse karanlığa kalabilirim. Riske girmemek için Paniceni Köyü’nü çıktığım gibi soldaki sazlıkların ardına yerleşiyorum.
Köy manzaralı yeşil renkli bezden bir konuttayım!.. Bu benim çadırım… İçine girdiğimde sanki taş duvarlarla çevrili emniyetli bir kaledeymişim gibi hissettiren ve onlarca ülkedeki her dağın başında, her gölün, her nehrin kıyısında, içinde yüzlerce günü tek başıma geçirdiğim sarayım...
Dün toplam 110 kilometre yol yapmışım. Bugün son konaklamadan sonraki ilk günüm. Demek ki iyi dinlenmişim. Kendimi formda hissediyorum. Sabahın köründe çıktığım rampalar bana mısın demiyor, bir buçuk saat sonra Cluj’a giriyorum.
Cluj en az bir on beş yıl öncesinde otomobilimle birkaç arkadaşla beraber geldiğimiz bir şehir. O zamanlar eski rejimden yeni çıkmıştı ve bu kadar bakımlı değildi. Şu an şehrin çehresi değişmiş. St. Michael Roma Katolik Kilisesi ve kilise meydanına yerleştirilmiş Matthias Corvin Heykeli uzun süre dinlenip takıldığım yer oluyor. Daha sonra şehri bir aşağı, bir yukarı boydan boya pedallarken Mihai Viteazul heykelinin bulunduğu meydanda durup bir süre takılırken dayanamayıp daha sonra yemek üzere satın aldığım börekleri atıştırdım.
Matthias Corvinus,Cluj
İlerleyen saatlerde bir kafede otururken tura çıkmış iki Avrupalı genç ile karşılaştım. İnternet bağlantısı için bazen bir euroya kıyıp kafelerde takıldığım oluyor. Ben kahve içerken onlar börek yiyorlardı. Yanlarındaki Romen genç kızla hep beraber kafeden çıktık. Bu arada arka arkaya park edilmiş bisikletlerimizi resimleyerek ayrıldık. Onlar bu gece bu şehirde konaklayacak, yanlarındaki kızın misafiri olacaklardı.
Bisiklet,Cluj,Romanya
Cluj’dan çıkarken bu turumun tamamında karşılaşmadığım zorlukta acımasız bir yokuş tırmandım. Dik bir rampa olmasından çok, emniyet şeridinin bulunmayışı ve yoğun trafik fazlasıyla tehlikeliydi. Başka alternatif olsa kesinlikle bu tehlikeyi göze almaz daha dik ve daha uzun yokuşları tırmanmaya razı olurdum. Aslında yaptığımız bu yolculuklarda ne kadar olsa bazen aşırı risk almıyor değiliz. İtiraf etmeliyim ki kendi çocuğuma böyle bir yolda bisiklet sürmesi için izin vermezdim. Yaşayanlar bilir, bazen de tünel geçişlerinde aşırı riskler yaşanır. Hele ki birkaç kilometrelik uzun karanlık ve daracık tünel olduğunu düşünün...
Cluj Napoca (Şehir Çıkışı),Romanya
Tırmanışların ardından uzun bir iniş sonrası Sibiu sınırlarına girdim. Blaj kasabası ovalık bir yer. Fakat buradan sonrası zaman zaman uzun yokuşlar tırmandım. Bir süre hiç aşağılara inmeden yüksek tepe düzlüklerde pedalladım. İnişe geçmeden Haşag Kasabası’na hakim bir tepede yemek ve çadır kurutma molası verdim. Manzara nefisti. Hava da güzel mi güzel…
Haşag,Romanya
Artık nerdeyse mayıs ayına gireceğiz. Bahar mevsiminin tüm özelliklerini görebiliyorsunuz. En güzel doğa olayları ağaçların çiçeklenmesi ile sürülere yeni katılmış sakız gibi bembeyaz yavru bahar kuzuları…
Yine uzun inişler… Ve Haşag’tayım. Mahalle aralarında genellikle yaşlılar güneşlenmeye çıkmışlar. Evlerin önündeki banklarda oturan bir gurup ton ton amca ve teyzelere selam verip sularımı doldurttum. Sonra uzun süre sohbet ettik. Öyle herhangi bir lisan yok. Ortak kelimeler bulmaya çalışarak ve biraz da buralarda öğrendiğim çok az Rumence ile işi götürüyoruz. Zaten öyle derin mevzu olacak değil ya, yaşlı insanları onurlandıracak şeylerden bahsetmeye çalışıyordum.
Haşag,Romanya
Oredea’daki Bayan Christina’nın pansiyonundan bu yana yolculuğumun dördüncü gününde Sibiu’dayım. Bugünün iki özelliği var. Biri benim doğum günüm olması. Diğeri ise dün 25 derecelik bir bahar havasından sonra bugün sulu kar yağması… Isı gündüz 4 derecelerde olduğuna göre gecesi nasıl olacak merak ediyorum.
Günlüğü 10 € dan iki geceliğine Welt Hostel’a yerleştim. Güzel yer. Küçük bir mutfak düzeni var. Aslında dört kişilik bir odadayım. İlk gün için yanımda kimse yok. Eğer yarın da bir gelen olmazsa kocaman odayı iki gün tek başıma kullanmış olacağım.
Doğum günümü kutlayanlar var. Türkiye ile görüştüm. İzmir bile çok soğukmuş. Almanya üzerinden inen soğuk hava dalgasıymış. Ne dalgaysa…
Sibiu’nun bugün bile kullanılmakta olan Almanca adı, Hermannstadt… “Siebenburgen” (Yedi Kale) denilen şehirlerinden en zenginiymiş. Diğerleri ise Cluj, Bistrita, Medias, Brasov, Sebes ve Sighisoara. Bu kadar bilgiyi Cluj’daki sakson mimari tarzını merak edip araştırmaya kalktığımda edindim. Şehir, Almanlar tarafından 12. yüzyılda kurulmuş. İki yüz yılda en parlak durumuna geliyor. Tüccar ve esnaf locaları oluşuyor. Alman ruhu şehrin genel görüntüsüne de karışıyor ve zenginlik içindeki şehirde sakson mimarisiyle yapılan binalar yükseliyor. Daha sonra şehir el değiştirince Romenler de yerleşip varlıklarını gösteriyorlar ve zamanla kendi kültürlerini yerleştiriyorlar.
Alman nüfusu çoğunluğu 1989 ylılnda Çavuşeyku’nun devrilmesine kadar devam ediyor. Hatta özellikle Braşov kentinde olmak üzere Romanya devrimindeki katkıları da biliniyor. Bu tarihten sonra Almanya’ya göç etmeye başlıyorlar.
Ben bu kentin iki gün boyunca tadını çıkardım. Tarihi yapıların tam göbeğindeki Nicolae Bălcescu caddesinde kalıyordum. Her istediğim saatte hosteldan çıkıp hemen Piata Mare(Büyük Pazar)’ye yürüyordum. Meydanda seyyar satış reyonlarının kurulduğu, çevresinde müzelerin ve Kutsal Kilisenin (Biserica Sfanta Treime) olduğu hereketli bir meydan. Buradan hemen biraz arkadaki Franz Binder Etnografya Müzesi ile Evangelich Kilisesi’ne yürüyebilirsiniz.
Piata Mare,Sibiu,Romanya
Tarihe çok meraklı ve de bilgili biri olmadığımı her defasında söylüyorum. Fakat şu var ki, bazı yerleri önceden araştırıp geziyorum. Kimilerini ise ilgimi çekerse sonradan araştırıp mutlaka hakkında bir şeyler öğreniyorum. Bu verdiğim bilgiler anlık olarak gezip gördüğüm yerler hakkında tutmaya çalıştığım notlardan… Bana bunları bugün sorsanız kesinlikle adlarını bile söyleyemem.
Şehirdeki tarihi merkezden uzaklaşıp yeni yerleşim merkezine yürüdüm. Burada birkaç Türk bankasının şubeleri var. Balkanlarda buna daha önce de rastlamıştım. Demek ki banka sektörümüz buralara kadar gelmiş. Fakat maalesef tavuk ve et döner sektörü kadar değiller. Malum yurt dışında pek çok dönerci görmek mümkün. Türk, Arap, Pakistanlı ve hatta Çinlilerin bile Avrupa’da döner sattıklarını gördüm. Sadece Avrupa değil, uzak doğuda da karşılaştım. İlgimi çeken İstanbul’un marka olarak kullanılmasıydı. Sanki her biri dünyaya tek elden yayılmış fast food zincirinin birer şubesi gibi, “İstanbul Döner” veya “İstanbul Restaurand” isimlerini kapmışlar.
Avrupa’da -özellikle Türk ve diğer Müslümanların az olduğu- bazı bölgelerde kapılarına kilit vurduğuna tanık olmaktayım. Son yıllardaki bisiklet turlarımda edindiğim birebir görsel teşhisimdir bu…
Transilvanya bölgesi Romanya’da çingenelerin yoğun yaşadığı yer olarak biliniyor. Hindistan’dan Moğollar ile beraber 13.ncü yüzyılda gelmişler. Bu toplumun kaderi malum, her ülkede olduğu gibi burada da dışlanmışlar. O meşhur Kazıklı Voyvoda pek çok çingeneyi telef etmiş.
Sibiu caddelerinde Uruguaylı gibi şapkaları ve rengarenk simli, pullu, çiçek motifli giysileriyle çingeneler görebilirsiniz. Toplu yaşadıkları bölgelerden şehir merkezine inip alışveriş yaparak dönüyorlar. Genellikle modern olmayan eski pasajların içindeki ucuz şeyler satan dükkanları dolduruyorlar. En çok girip çıktıları yerler, bizdeki “Milyoncu” versiyonu benzerindeki “Çin Pazarı” diye isimlendirilen dükkanlar…
Sibiu,Romanya
Daha sonra konuştuğum Rumen arkadaşlardan bu gözlemlerimin kısmen doğru olduğunu öğrendim. Ama beni şaşırtan şey, çektiğim fotoğrafları gören bir arkadaşımızın bu çingeneler hakkındaki "Seni beni satın alacak kadar zenginler" diye yorum yapması oldu.
Sibiu’daki ikinci gecemde odama başka gelen olmayınca yine tek başıma yattım. Bir kişilik özel oda tutsam daha küçük oda için fazla ödemek durumunda kalacaktım. Bu bir bakıma şans sayılabilir. Fakat kimi zaman da ortak kullanımlı “Dorm” denilen yatakhanelerde iyi dostluklar kurabiliyorsunuz. Her şeyden önce fiyat avantajı da var. Daha ucuz… Tabi ki bazen ayak kokusu, gürültü, horlama, hapşırma, yellenme ve bunlara benzer olumsuzluklara katlanmak durumunda kaabilirsiniz.
Mesela, anlatmadan geçmişim… Budapeşte’de dört kişilik yatakhanede ilk gün Tunuslu biriyle kaldık. Münir adında bir Müslüman çevre mühendisi. Buraya bir seminere gelmiş. Akşamları ben i-net takılırken Münir odada namazını kılıyordu. Saygılı olmak adına o anlarda hep dışarıya çıktım. Buna rağmen adam kapalı bir şekilde benim müslümanlığımı sorguladı. Hatta tüm Türkiye’yi modern olmak adına dinden uzak yaşamakla suçladı . Açık açık bunun sorumlusu olarak da Atatürk’ü gösterdi.
Belki bileniniz çoktur, Atatürk ve reformları Tunus'un ulusal kurtuluş savaşının önderi Habib Burgiba için bir esin kaynağı olmuş. Münir kendi ülkesindeki yönetimlere de kızıyor. Bizde de bu görüşte bir sürü radikal insan var. Burada da dibimizde bitiverdi… Şimdi bu adama bir şeyler anlatmak zorundasın. Zaten her iki tarafın veya taraflardan birinin lisanı çok zaman bu tür tartışmalarda yeterli olmuyor. Aynı odada olmasan böyle biriyle muhatap olmazsın. Maalesef aynı odadasın. Ben çok zorunlu kalmadıkça kalabalık yatakhaneleri tercih etmiyorum. Belki daha genç ve bekar olsaydım manita edinmek için tüm bunları göze alabilirdim.
Merak etmeyin, ikinci günümüzde aynı odaya sırt çantalı bir Alman gezgin yerleşince Münir’i hiç rencide etmeden sürekli Thomas’la beraber Almanca takıldık. Münir, gavur icadı cep telefonu ile arkadaşlık etmek zorunda kaldı.
Total: 1.885 km
SİBİU-BRAŞOV-BÜKREŞ (Romanya)
27 Nisan-01 Mayıs, 2016
Sibiu’dan çıkalı iki saat kadar olmuştu. O iki günlük müthiş soğuklardan eser yok. Romanya’nın meşhur Fagaraş Dağları sağ yanımızda uzanıyor. Birkaç gün önceleri uzaktan gördüğüm zirvelerindeki pare kar, son yağışlarla eteklere kadar kaplayıp komple beyaza bürümüş.
Avrig,Romanya
Uygun mevsim olsa Transfagaraşan‘ı mutlaka planlanıma almam lazım. Burası dünya listelerinde en iyi bisiklet yollarından biri olarak gösteriliyor. Ruslar Slovakya’ya kadar girince ülkenin diktatörü olan Çavuşesku Alplerin uzantısı olan Karpat Dağları üzerinden ülkenin kuzeyi ve güneyi arasında ordunun ihtiyaç naklini kolaylaştırmak için yol açmak istiyor. Karpatlar öyle kolay yol verir mi? Olağan üstü rekor harcamalara ve inşaat sırasında pek çok kaza ölümlerine karşın yol 4,5 yılda tamamlanıyor.
Ben bu yolu bir zamanlar ders gibi çalıştım. Bir Türk arkadaşımızın bisikletle geçiş hikayesini de okudum. Tam benlik, macera dolu zevkli bir yol. Kuzey girişi burasını geçmek için tercih edilen başlama noktası... Cartişoara Köyü’nden Cuerta de Angeş‘e kadar olan 115 km‘si doğa harikası. Tabi ki, ben başladığımda devam edip Piteşti’ye kadar iner ve oradan da Bükreş’e devam ederdim.
Yolun kuzeyindeki Caştioara Köyü’nden çıkarsanız 12.nci kilometrede uçurum kıvrımlar başlıyor, 20.nci kilometresinden sonrasında yüksek irtifa kulaklarda basınç hissettiriyormuş. 35. kilometresinde 2034 metredeki Balea Gölü‘ne varılıyor. Buraya yeterli erzakla çıkıp bir hafta kalacaksın, ne harika olur. Benim için henüz mümkün değil. Çünkü yol sadece Haziran-Eylül arası açıkmış. Tüm bunların araştırmasını i-net ortamından yapabilirsiniz. Hatta ben Sibiu’daki turizm bürolarında birine gerip burası hakkında bilgi veren broşürler aldım.
Hostel’dan çıkalı neredeyse 5-6 saat kadar oldu. 60.ncı kilometresine geldiğim E 68 kodlu Braşov karayolu sürüşe çok müsait. Paralelinde ilerlediğim dağlardaki kar soğuğu gündüz güneşinin sıcaklığı ile şimdilik zararsız. Fakat akşam hava karardığında belli ki biraz ayaza maruz kalacağım.
Demin bahsettiğim dünya harikası Transfaragaşan yolunun kuzey girişinden geçerken yolun durumunu görmek istedim. Tabi ki kapalıydı. Resimde görüldüğü gibi trafik tabelası sadece 4 kilometre içerideki Bâlea Cascadă’ya kadar yolun açık olduğunu gösteriyordu.
Belea Cascada,Romanya
İlk geceyi bu çevrede geçirdim. Gece korktuğum kadar soğuk değildi. Kilometre saatim 115 rakamını gösteriyordu…
Bir ara dalgınlıkla kendi rotamı bırakıp Veştem’den sonra Braşov’a dönmek yerine direkt devam edip Boita’ya doğru yönelmişim. Aman Allahım, öyle de güzel manzaralı bir yol ki, insanı içine çekiyor. Tam Olt Nehri’ni soluma aldığım noktada bisiklet yasağını gösteren bir trafik işareti ile kendime geldim. Braşovu rotadan çıkarıp bu yola devam edebilirdim. Bazen tür zorunlu ihlallerim olmuştur. Tabi ki Avrupa’nın göbeğindeki ülkelerde değil, genelde Doğu Avrupa ve Balkan ülkelerinde… Çünkü buralarda kurallar henüz tam katılaşmamış. Polise biraz olsun dert anlatabirim, diye düşünüyorum. Sağlık olsun! Amaç gezmek görmek değil mi? Ne güzel yerler görmüş oldum. Fazladan geldiğim 15 kilometrelik yolun bir o kadar da dönüşünü gerçekleştirip 60 kilometre günlük sürüşle Braşov’a girdim.
Hava günlük güneşlik. Önce şehrin girişinde tripodumu kurup Braşov’un sembolü olan geyik heykeli ile tasarlanmış abidenin önünde “Hoş geldin” hatırası bir resim çekiyorum. Daha sonra tepelerinde Hollywood tarzı “ Braşov” yazan tepenin eteğindeki bir parkta yemek atıştırıyorum. Bu ikindi yemeği sayılır. Öğlen çadır kurutma faslı ile karnımı doyurmuştum.
Braşov,Romanya
Braşov Karpat dağlarının güney uzantısı üzerinde Romanya’nın turistik şehirlerinden. Tempa Dağı'nda kış sporları ve kayak turizmi yapıldığını biliyorum…
Romanya ile ilgili en çok bilinen Kazıklı Voyvoda ve Drakula hikayelerini biliyorsunuzdur. Drakula’nın Bran Şatosu’na bisikletle gitmek niyetinde değilim, Ama size gidilmesi hakkında öğrendiğim bilgileri verebilirim. Şato, 30 km güneydeki Bran kasabasında kalıyor. Buraya gitmek için önce Livada Postai durağını sorup belediye otobüsü ile 2.nci gara (Autogara) gitmeniz gerekiyormuş. İki, iki buçuk kilometrelik bu yol için 2 Ley ücret ödüyorsunuz. Otobüs garından kalkan şehirler arası otobüsün 7 Ley ücret karşılığında kalenin yakınında indirdiğini öğrendim. Bu şehirde kalmayı planlamış olsaydım bisikletimi pansiyonda bırakıp şatoya giderdim. Artık benim yerime siz gidersiniz.
Braşov,Romanya
Braşov merkezi düzlükte kurulmuş, güney kısmı dağlık bölgeden oluşuyor. Nitekim yedi,sekiz kilometre sonra hatırı sayılır rampalar başladı. Ciople köyü en virajlı yolların başladığı yer. Öyle ki , belki 5-6 kere neredeyse 180 derecelik virajlarla zikzaklar çizdim. Yol bazen daralıp riske sokuyor, ama trafikteki sürücüler önce kendileri için olsa bile yavaş ve dikkatli gitmek zorundalar. Bu yüzden herkes birbirini kolluyor.
Pek çok defa, motor freni ile inilmesini hatırlatan trafik ikaz tabelaları ile karşılaştım. Gerçekten bazı yerlerde inişler çok tehlikeliydi. Yolun en keyifli tarafı, sağ yanımda kalan kanyondaki akarsu ve tren yolu ile paralel olması...
Vadinin kuzeye bakan yamacında ilerliyorum. Bu sebeple güneş görme şansı çok az olduğu için etraf aşırı nemli. Gece yağan çiğin etkisiyle otların arası salyangoz kaynıyor. Snaia Bölgesi'nde Yol boyunca çuvallarını bunlarla doldurmaya çalışan toplayıcılarla karşılaşıyorum.
Snaia,Romanya
Her iki yanım keskin uçlu zirveleri olan dağlarla çevrilmiş… Sol yamaçtan gidiyorum. Sağ yanımda derin bir vadi ve içinde beni takip eden Prahova Nehri… Sağ alçak yamaçta ise bazen vadinin düzlüğüne kadar inen kıvrım kıvrım tren yolu geçiyor. Tren geçişlerinde tepelerdeki seyir noktalarında durup kuş bakışı manzaralar yakalamaya bayılıyorum…
Sinaia,Romanya
İkici günümde Sinaia’dan geçtim. Burası Bükreş’in 120 km kuzeyinde kaçamak turizmi yapılan -şatolarıyla ünlü- bir kasaba… Kaçamak turizmi diye bir terim var mıdır, bilmiyorum. Bunu ben uydurdum. Şehir merkezlerine yakın turistik yerler, dışarıdan gelen misafirlerin yanında o şehir halkının da kısa tatillerde ve hafta sonlarında kullandığı yerlerdir. Yakın yerlerden gelinerek kısa kalınan tatiller, genellikle “Kaçamak yaptık”, diye anlatılır. Ben de buradan kapmış olmalıyım.
Prahova ve Teleajen nehirlerinin geçtiği vadilerin arasındaki yolculuğum devam ediyor. Artık Bükreş’e fazla yolum kalmadı. Ploieşti’ye kadar geldim. Son 60 kilometrede sıkı bir yağmur altında uzun uzun devam ettim. Baloteşti yakınlarındayım. Şehir trafiğinin yoğunluğu başlamış gibi. Bu saatte Bükreş’e varabilmek gibi bir şansım yok. Zaten yarına bile kalsam hostel rezervasyonum bir gün sonrasına olduğu için yetişememek gibi bir problemim yok.
Eğer önceden rezervasyon yapacaksam genellikle zamanı esnek tutarım. Böylece, yetişemeyip paramı yakmaktansa, vardığımda rica edip bir gün önceden giriş yapıyorum. Tabi ki bazen hostela vardığımda yer bulamamak gibi durumla karşılaşmak da mümkün. Nitekim Bükreş’te rezervasyon yaptığım Crazy Duck Hostel’a vardığımda böyle bir olay yaşadım. Neyse ki şehrin başka yerinde bir işletmeleri daha varmış, orayı arayıp yönlendirdiler. Yarın için yapılmış bir günlük rezervasyonumla beraber bugünü de ödeyip iki günlük 20€ karşılında dört kişilik odama yerleşiyorum. Oda arkadaşım Çinli genç bir kız. Bükreş’i turistik yanı ile hiç anlatmayacağım.
Bükreş,Romanya
Bükreş,Romanya
Google amca size yeter… Gelirseniz her şekilde gezebilirsiniz. Pahalı bir şehir değil. Ülkemize yakın… Uçak, tren, otobüs ile ulaşabilmek mümkün. Bu benim ikinci gelişim. Sevdiğim bir yer.
Dün gece çadırımı şehre yirmi kilometre kala Otopeni Havaalanı yakınlarında kurmuştum. Yağmur çok fazlaydı, ama öyle bir sık ağaçlık alana sığınmıştım ki, hiçbir sıkıntı yaşamadım. Sabah erkenden Bükreş’e girmiş olduğum için bugün bu saate kadar neredeyse şehrin yarısını gezdim. Şimdi benim için duş zamanı. Çinli kızımız da yeni gelmiş, banyoya girmek hazırlığındaydı. Ben bisikletimi boşaltıp çantalarımı odaya bıraktıktan sonra onu rahat etmemek için yalnız bıraktım.
Bahçedeki masalarda bir gurup genç gündüz vakti viski içiyorlardı. Ben de soğuk bir bira içmek için buradaydım.Elimdeki tuzlu fıstıktan ikram ettim. Klasik tanışma faslı her zaman aynıdır. “Neredensin?”, “nereye gidiyorsun?” gibi sorularla başlar, karşılıklı birbirinizi tanımaya devam edersiniz.
Gençlerin kafaları biraz güzel. Bonkör de çocuklar… Biradan sonra viskiye ortak oluyorum. Bir gurup genç daha katılıyor. Ellerinde poşet dolusu değişik içkilerle geliyorlar. Kimmiş bu arkadaşlar tanıtayım… İçlerinden birinin evlilik arifesinde tam on bir kişi ile toplanıp, paskalya tatilinden faydalanarak “Bekarlığa Veda Partisi” için buraya gelmişler. Hepsi de Madrid’li İspanyol…
Konu futbola gelince bir kısmının Real, bir kısmının ise Atletico taraftarı olduğunu öğreniyorum. Hemen kendi takımlarının tezahüratı ile şamataya başlıyorlar. Sonra herkes birleşip tek kişiyi sıkıştırarak marşlara devam ediyor. Meğer bu arkadaşımız çok ender görülecek cinsten, Barça’yı tutan bir Madrid’liymiş. Biri bu çocuğun ailesinin Madrid’e yerleşen Meksikalılardan olduğunu söylüyor. Gülerek şamataya devam ediyorlar.
Benimle aklı başında muhatap olan Alvar ile kardeşi Alvino’nun isimlerini aklımda tutabildim. Gençler dün gece bir barda sabaha kadar içip eğlendiklerini anlattılar. “Neden Bükreş?” diye sordum. Bunu merak etmiştim. Daha önce buraya maça gelmişler. Eğlence yerlerini beğenip ucuz bulduklarını anlattılar. Gürültü çoğalınca işletmeci gençten gayet nazik sessizlik ikazı geliyor. Kalkıp odaya kaçıyorum.
Bükreş’te iki güzel gün geçirdim. Gençler beni de bara davet ettiler. Birisi ile buluşacağımı söyleyerek bahaneyle geri çevirdim. Nasıl olduysa aklıma bu gelmişti.
Mutfak alt katta, odalardan uzaktaydı. Ahşap yemek masası, sandalyeler ve oturma koltuklarıyla kocaman bir yer. Kimseyi rahatsız etmeden yemek pişirip bir şişe kırmızı şarabımla geç saatlere kadar i-nette takıldım. Benden başka sessizce minik tabletine dalmış bir genç vardı. O kadar sessizdi ki, kalkıp gidene kadar içerideki varlığını unutmuştum.
Sabah erkenden bisikletle şehre çıkıp gün boyunca dolaştım. Parklarda oturup dinlendim. Fırından aldığım tuzlu kurabiyelerle Türk markası bira içtim. Bu birayı Bükreş’e ilk geldiğim sene çok beğenmiştim. Bugünkü denememde yine aynı tadı aldığımı söyleyip, Türkiye’dekinden çok daha farklı güzellikte olduğunu da iddia ederim.
İkinci gecemde yalnızdım. Çinli kızımız giderken götürmeyeceği yiyeceklerinden işime yarayacak birkaç şey bıraktı. Ambalajları açılmamış olanları alıp diğerlerini çöpe attım.
Total:2.255 km
BÜKREŞ-KÖSTENCE(Romanya)
01 Mayıs-04 Mayıs, 2016
Avrupa'da trafik kazasında ölen insanlar için o mahalde bir anma noktası hazırlanır. Buraya genellikle ölenlerin resimleri, çiçekler,mumlar vb. şeyler koyulur. Burada amaç o kişilerin anılması, onlara dua edilmesi, belki de birilerine ibret olması içindir. Hıristiyanlar genellikle kutsal saydıkları Meryem Ana ve Jesus ikonlarını koyarlar. İlk defa bir müslüman için hazırlanmış ay-yıldızlı bir anıtla karşılaştım.
Postavari,Bükreş
Artık turumun son parkuru sayılır. Bu sabah 1 mayıs gösterilerine takılmamak için çok erken saatte şehri terk ettim.
Buradan Köstence’ye kadar pedallayıp, oradan otobüsle ülkeme döneceğim. Son planım böyle... Önümde 250 km kadar bir yol var. Bu yolun benim için en önemli noktalarından biri Silistre, diğeri ise Murfatlar …
Silistre, -Almanya'nın güneyinde Kara Orman bölgesinde Donaueschingen kasabasında doğan -Tuna Nehri ‘nin Romanya ile Bulgaristan arasında oluşturduğu sınırın bittiği son noktada, Bulgaristan tarafında bulunuyor. Karadeniz’e dökülen Nehir buradan sonra sadece Romanya topraklarından akarak Tulcea Bölgesi’nde üç kola ayrılmış. Tuna Deltası denilen bu alandaki kollardan en kuzeyde olanı, Romanya ile Ukrayna arasında sınır oluşturuyor.
Romanya’da Paskalya tatilinin son gününde karşılaştığım pek çok insanla, büyük şehirlerde fark edemediğim paskalya adetlerini yaşadım. Sabah saatlerinde çingenelerin süslü at arabalarına rastlamakla başlayan paskalya kutlama izlenimlerim, ilerleyen saatlerde bahçelerde yüksek ses müzik çalınan içkili eğlencelerle devam ediyor. Kadınlar ellerindeki temiz örtülü sepetlerine özenle yerleştirdikleri pasta, börek-çörek gibi yemeklerden oluşan ikramlarını komşularına dağıtmak üzere yollara çıkmışlar. Çocuklar sokak aralarında maytap patlatıyorlar.
Romanya’nın kırsal kesimlerinde evlerin tamamı bahçeli, ama komşular biri birlerinin bahçelerine doluşmamış. Bahçe kapılarının önünde herkesin oturabilecekleri banklar var. Böyle bir kapının önündeki insan topluluğu verdiğim selamla yetinmiyor, durup bir şeyler yememi teklif ediyorlar. Kalabalığa karışıp gençlerin İngilizce yardımlarıyla hepimiz anlaşıyoruz. Pasta, kek ikramı yanında Palinka istiyorum. Önce şaşırıyorlar. Ben şaşkınlıklarını almak için Romanya’yı artık çok iyi tanıdığımdan birkaç ortak yemeklerimizi sayıyorum. Bunlardan biri de yaprak sarması, onlar “Sarmale” diyorlar.
Budeşti,Romanya
Evin genç kadını bir tabak yaprak sarması getiriyor. Televizyonlarda izledikleri Türk dizilerinin kahramanlarını saymakla bitiremiyorlar. Ben neredeyse pek çoğunu tanımıyorum bile… İkramlar öyle çok ki, hepsini yiyebilmem imkansız. Bir kısmını sarıp sarmalayıp yolluk olarak alıyorum. En önemli ikramları da yaşlı amcanın direktifiyle doldurdukları bir şişe Palinka oluyor… Komşulardan birine makineyi verip birkaç poz toplu resim çektirip ayrılıyorum.
Hava kararmak üzereyken Tuna nehrinin feribotla geçildiği noktaya vardım. Karşımızda Bulgaristan sınırında kalan Silistre’nin ışıkları görünüyor. Bizim feribotla karşıya geçtiğimiz yer Romanya toprakları. Bulgaristan'ın Silistre sınır kapısı hemen iskelenin çıkışında… Türk tırları bu yolu yoğun kullanıyor. Bulgaristan’dan çıkış yapmış pek çok Türk plakalı tır Romanya topraklarında bizim geldiğimiz karşı tarafa geçmek için sıra bekliyordu…
Calaraşi,Feribot,Romanya
Tuna Boyundan Köstence’ye devam ediyorum. Hava kararmadan bir yere sığınmak için en fazla on dakikam kalmıştı. Nehre bakan alçak bir tepenin yamacında bağlıkta asmaların altındayım. Bağ evinden yüksek sesle çalınan müzik sesi geliyor. Müziklerin tamamında baş enstrüman, Akordeon… Müzik kültürüm ritimler hakkında yorum yapacak düzeyde değil, ama -tutar mı bilmem- 9/8 lik roman havası…
Ostrov,Romanya
Bu son parkurumda benim için iki önemli noktadan söz etmiştim. Silistre’den sonra ikinci önemli nokta Murfatlar’dayım. Burası Köstence’nin 30 kilometre uzağındaki bir şarap kasabası. Türklerin Romanya’da yoğun olarak yaşadığı yerleşimlerden biri… Ve benim için en önemlisi, doğduğum kent İstanbul’u bırakıp 1987 yılından beri yerleşik olarak yaşadığım Balıkesir’in Ege sahilindeki ilçesi Burhaniye ile “Kardeş Şehir” statüsünde olması. Buradan sessizce geçişimi ilçeyi Murfatlar ile kardeş şehir yapan Burhaniye eski belediye başkanımızla sonradan görüştüğümde anlattım. Keşke kendisinden yola çıkarken referans alarak Murfatlar Belediyesi’ne uğrasaymışım. “Buna çok sevinir ve seni misafir ederdi”, dedi. Olsun, belki de bir dahakine bisikletle özel olarak yola çıkıp Murfatlar Belediyesi’ne şehrimizin bayrağını götürürüm… Protokol işlerini sevmeyiz ama, Burhaniye’miz her zaman için kendi kurallarımızı çiğnemeye değer.
Murfatlar,Romanya
Yarın Köstence’ye erken saatte girmek üzere Murfatlar’daki sık ağaçlı bir korulukta kamp yaptım. Sabah yola biraz geç çıkmama rağmen öğleden önce Köstence’deydim. Deniz kıyısında gezerken Karadeniz’in karşı ucundaki ülkeme varmak için bir kaç günümün kaldığını düşünmek beni heyecanlandırıyordu. Şehri birkaç saat gezdikten sonra otobüs terminaline gidip İstanbul biletimi kestirdim. Bu geceyi pansiyonda geçirecek, yarın geceki otobüse binecektim.
Köstence,Romanya
Kaldığım pansiyonda İtalyan gençler vardı. Beraber ortak bir yemek hazırladık. Bir kaç saat beraber takıldık. Onlar daha sonra televizyonda maç seyretmek için mutfakta kaldılar. Ben de kendi bulaşıklarımı yıkayıp odaya çekildim. Buralarda maddi harcamalar ve emekler paylaşılır. Hani o "Alman Usulü" dedikleri şey... Bence -bu çoğu insanımız tarafından yadsınıyor olsa da, ilk defa bir araya gelen insanların dostluğu için bir anahtar formüldür.
Hostel Smar'T Flight,Köstence,Romanya
Oda üç kişilik, benden başka sadece bir kişi var. Gündüz yerleşirken Pansiyon sahibi yaşlı amca onun bir Çinli olduğunu söylemişti. Nihayet şehirden dönen arkadaşımla karşı karşıyaydım. Dünya çok küçük, derler… Karşımdaki genç kız Bükreş’teki pansiyonda beraber kaldığımız Çinli Bo’nun ta kendisiydi. Beni gördüğüne sevindiğinden kesinlikle emindim.
Sabah eşyalarımı hazırlayıp kahvaltını yaptım. Pansiyondan olabildiğince geç çıkmak niyetindiydim. Otobüsüm gece kalkacağı için zamanım çoktu. Bütün gün şehri gezdim, Limana takıldım. Türkiye’ye götürmek üzere birkaç şişe içki ve değişik bir şeyler aldım. Cebimdeki Rumen paraların tamamına yakınını tüketip hava karamadan garaja geldim. Birkaç saat sonra perona yaklaşan otobüsün bagajına özenle demonte edip kumaş çantasına koyduğum bisikletimi yerleştirdim. Artık yola çıkma zamanı gelmişti.
Türkiye’ye Kırklareli sınırından giriş yaptık. Ben İzmir’e gidecektim. Kendim için en uygun olan iniş noktası olan Kırklareli’nde inip buradan İzmir otobüsüne bindim.
Yola çıkışımın 37.nci gününde gece vakti sağ salim evimdeydim. Şükürler olsun ki, -kaslar sıkılaşmış, ciğerler tertemiz, beyin stresini boşaltmış ve en önemlisi kilo vermiş halimle- kendimi en az on beş yaş genç hissediyordum. Bu söylediklerim kimseye gaz vermek için değil, tamamen yaşanan gerçek. Zaten işin ödül tarafı bu… Gerçek olmasa, “Ne işin var? Deli misin? Bisikletle bu kadar yol çekilir mi? Bunun neresi zevk?” diye uzayıp giden aptalca sorgulamalara rağmen beni yollara çeken ne olabilirdi ki?
Bukreş’ten Köstence’ye kadar 295 kilometre yol kat etmişim. Buna şehir içinde yaptığım yol dahil. Turumun tamamını gösteren sayacımın ekranında yazan,
TOTAL: 2.550 km
Darısı tüm bisiklet dostlarının başına…